Google

Simli Resimler

   
  بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّح&
  Fenerbahçe
 

Fenerbahçe Spor Kulübü 1907 yılında İstanbul'da kurulan bir profesyonel futbol kulübüdür. Renkleri sarı ve laciverttir. Özellikle futbol branşı ile Türk sporunun önde gelen kulüplerindendir. Futbol takımı İç saha maçlarını UEFA'nın beş yıldızlı stadları arasında yer alan ve 2007 yılında yenilenmesi tamamlanan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda oynamaktadır. 2009 UEFA Kupası finali de bu stadyumda oynanacaktır.

 Fenerbahçe Müzesi'nden bir mumya
Fenerbahçe Müzesi'nden bir mumya

Ziya Songülen ve Necip Okaner kulübü resmî olarak 1907 yılında, Moda'da Beşbıyık Sokak'ta kurmuşlardır. Kulübün kuruluş günü olarak Ulu Önderimizim kulübü ziyaret tarihi olan 3 Mayıs kabul edilir. Kulübün kuruluş amacı ilk tüzüğünde şöyle belirtilmiştir,

Madde 2: Kulübün takip ettiği maksat ve gaye; memlekette terbiye-i bedeniye ve fikriyenin tamimine çalışmak ve şübbân-ı vatanı mübâreze-i hayata ve meşâkk ve esfâr-ı askeriyeye alıştırmaktır.(Kulübün takip ettiği amaç ve gaye; memlekette bedeni ve fikri terbiyenin yayılmasına çalışmak ve vatan gençlerini; vatanın korunmasına, zorluklara ve askeri seferberliklere alıştırmaktır.)

Madde 3: Kulüp bilhassa askeri idmanlar icrası ve milli oyunların tamim ve ıslahı esbabına teşebbüs edecek ve küdâhte tecrübeleri icrasına müsait pavyonlar tesis ve küşâdına çalışacaktır. (Kulüp, özellikle askeri beden eğitimlerin yapımı ve milli oyunların yaygınlaştırılması ve disiplinli bir halde geliştirilmesiyle uğraşacak, ve kaybolan tecrübelerin kazanılmasına uygun “amatör şubeler” kurulması ve açılmasına çalışacaktır.)

Kulüp Sultan Abdülhamid'in baskı yönetimi döneminde kurulmuştu. Bu yönetimde Türk gençleri bir kulübe üye olamıyor ve futbol oynayamıyorlardı. Songülen kulübün ilk başkanı seçildi. Ayetullah Bey ilk genel sekreterliğe , Necip Okaner ilk kaptanlığa getirildi. Fenerbahçe Burnu'ndaki deniz fenerinin kulübün amblemi üzerinde büyük etkisi oldu. Deniz feneri'nden etkilenerek kulüp renkleri sarı-beyaz yapıldı ve formalar bu renkte tasarlandı. Kulüp belirtkesi ve renkleri 1910 yılında Topuz Hikmet tarafından değiştirildi ve bugün de kulübün renkleri olan sarı-lacivert o dönemde kulüp renkleri oldu. Fenerbahçe'nin aktiviteleri 1908 yılına kadar gizlilik içinde sürdürüldü. 1908 yılındaki yasa ile tüm futbol kulüpleri yasal hale geldi. Fenerbahçe İstanbul Ligi'ne 1909 yılında katıldı ve ilk yılında 5.oldu. İlk takımın içinde Ziya Songül, Ayetullah Bey, Necip Okaner, Galip Kulaksızoğlu, Hassan Sami Kocamemi, Asaf Beşpınar, Enver Yetiker, Şevkati Hulusi Bey, Fuat Hüsnü Kayacan, Hamit Hüsnü Kayacan ve Nasuhi Baydar vardı. 1912-1913 sezonuna kadar kulüp bir başarı elde edemedi. 1912-1913 yılında ise namağlup şampiyon oldu.

Fenerbahçe, İngiliz Kraliyet ailesi deniz filosu personelleri ile Kurtuluş Savaşı boyunca birkaç kez karşılaşmıştır. Bazı İngiliz askerleri kendi özelliklerine göre (Topçular , İrlanda Muhafızları gibi) takımlar kurup İstanbul'da futbol oynamışlardır. Bu takımlar kendi aralarında ve yerel İstanbul takımları ile birçok maç yapmışlardır. Fenerbahçe, bu takımlarla yaptığı birçok maçı kazanmıştır. (5 galibiyet işgal kuvvetleri 4 maç berabera 57 maç Fenerbahçe'nin galibiyeti)

Türkiye Futbol Federasyonu, Ulusal Ligi 1959 yılında kurdu. Fenerbahçe 1959 yılındaki bu ligi Galatasaray'ı toplamda 4-1 yenerek kazanmıştır. Sonraki sene Fenerbahçe UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılmıştır. Bu kulübün Şampiyonlar Ligi'ne ilk katılımıdır. Elemelerde Csepel SC'yi 4-3 mağlup etmiş fakat ilk turda OGC Nice ile berabere biten maçın ardından 1-5 kaybetmişlerdir. Fenerbahçe 1960'ların en başarılı Türk Kulübü olmayı 10 Lig'in 5'ini kazanarak başarmıştır. Ayrıca bu 10 yılda 3 kere ikinci olmuşlardır.

1970'lerde Fenerbahçe 4 defa daha ligi birinci bitirmeyi başarmıştır. Bu on yılda ayrıca ilk kez Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray dışından bir takım şampiyon olma başarısı göstermiştir. Trabzonspor 1970'lerin 10 yılı boyunca 4 kez lig şampiyonu olmayı başarmıştır. Fenerbahçe 1980'lerde 3 kez daha ligi zirvede tamamlamıştır. Bu süre zarfında Dört Büyükler,

 Christoph Daum, 2003-2006 yılları arasındaki teknik direktör
Christoph Daum, 2003-2006 yılları arasındaki teknik direktör

Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor en az 2 yıl şampiyon olmuşlardır. Galatasaray ve Beşiktaş Türkiye Ligi'nin 1990'lı yıllarını domine etmişler ve bu iki kulüp 10 sezonun 9'unu şampiyon kapamışlardır. Fenerbahçe ise sadece 1995-1996 yılında Carlos Alberto Parreira yönetiminde şampiyonluğa ulaşmışlardır.

Fenerbahçe 2001 yılında şampiyon olmuş ve en yakın rakibinin ligdeki hegemonyasını kırmıştır. Ertesi yıl yeni teknik direktör Werner Lorant yönetiminde Galatasaray'ın ardından lig 2.sırada tamamlamışlardır. Sonraki sezon Ariel Ortega'lı kadroya rağmen işlerin iyi gitmemesi ile takım ligi ancak 6.sırada tamamlamıştır. Fakat bu sezonda Fenerbahçe, ezelî rakibini 6 Kasım 2002'de Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda 6-0 mağlup etmeyi başarmıştır. Werner Lorant'ın görevden alınmasından sonra, bir başka Alman teknik direktör Christoph Daum takımın başına etirilmiştir. Daum, daha önce Beşiktaş ile 1994-95 sezonunda görev yapmış ve şampiyonluk yaşamıştı. Fenerbahçe Pierre van Hooijdonk, Mehmet Aurelio ve Fabio Luciano gibi yeni futbolcular alıp kadroda yapılanma sürecine girdi. Bu yeni futbolcular ile Fenerbahçe 15.Türkiye Ligi şampiyonluğuna ulaştı.

 Brezilyalı yıldız Roberto Carlos
Brezilyalı yıldız Roberto Carlos

Ertesi yıl Trabzonspor'un, önünde şampiyon olunarak 16.Türkiye Ligi şampiyonluğuna ulaşıldı. Fenerbahçe 2005-06 sezonunda şampiyonluk yarışını son haftada ezelî rakibine bırakta. Fenerbahçe ligin son haftasında aradığı galibiyeti bulamayınca ezelî rakibi şampiyonluğa ulaştı. Sonrasında, Christoph Daum istifa etti yerine 4 Temmuz 2006'da Arthur Zico getirildi. Zico başta iki yeni savunmacıyı takımına ekledi. Bunlar Uruguay Millî Futbol Takımı stoperi Diego Lugano ve Brezilyalı Edu Dracena idi. Zico ayrıca iki forveti sarı lacivertli renklere bağladı. Bunlar Sırbistan Millî Futbol Takımı'ndan Mateja Kezman ve bir başka Brezilyalı Deivid de Souza idi. Fenerbahçe, 100. yılı olan 2006-07 sezonu 6-0'lık Kayseri Erciyesspor galibiyeti ile başladı. Türkiye Ligi'in 32. haftasında Fenerbahçe Trabzonspor ile 2-2 berabere kalırken Beşiktaş'ın Bursaspor'a 0-3 kaybetmesi ile 100. yılında 17. şampiyonluğuna ve en çok Türkiye Ligi şampiyonu olan takım unvanına ulaştı.

Fenerbahçe 2007–08 sezonuna Real Madrid ile sözleşmesi sona ermesi ile serbest kalan Brezilyalı yıldız Roberto Carlos'u renklerine katarak girmiştir.

Başkanlar

  • 1907–1908 Ziya Songülen
  • 1908–1909 Ayetullah Bey
  • 1909–1910 Tevfik H. Taşçı
  • 1911–1912 O. Fuat Efendi
  • 1912–1914 H. Hüsnü Kayacan
  • 1914–1915 Hulusi Salih Paşa
    (Salih Hulusi Kezrak)
  • 1915–1916 M. Sabri Toprak
  • 1916–1918 Dr. Nazım Bey
  • 1918–1919 İ. A. Nuri Sekizinci
  • 1920–1923 Ömer Faruk Efendi
  • 1924–1927 Nasuhi Baydar
  • 1928–1932 M. Menemencioğlu
  • 1932–1933 Sait S. Cihanoğlu
  • 1933–1934 Hayri Celal Atamer
  • 1934–1950 Şükrü Saraçoğlu
  • 1950–1951 Ali M. Hacıbekir
  • 1951–1953 O. Kavrakoğlu
  • 1953–1954 Bedii Yazıcı
  • 1955–1957 Zeki Rıza Sporel

Unutulmaz Futbolcular

Fenerbahçe 1907 yılında kurulduğunda oldukça kısıtlı bir kadroya sahipti. Bunlardan Galip Kulaksızoğlu ilk kadrodan kulüpte en fazla kalan isimdi. Kulüpte 17 yıl geçiren Kulaksızoğlu 1924 yılında jübile yapana kadar 216 maça çıkmıştı. Zeki Rıza Sporel Fenerbahçe'nin altyapısından çıkmış ilk isimlerdendi. 18 yıllık kulüp kariyerinde 352 maçta 470 gol atarak maç başına 1,3 gol ortalaması ile kulüpte önemli bir yer edinmiştir. Zeki Rıza Sporel 16 kez forma giydiği Türkiye Millî Futbol Takımı forması ile 15 gole imza atmıştır. Cihat Arman kulübe en uzun süre hizmet eden kalecilerdendir. 12 sezon boyunca 308 maça çıkmıştır.

Lefter Küçükandonyadis, Avrupa'da mücadele eden ilk önemli Türk oyunculardandır. Lefter, Fenerbahçe'ye geri dönmeden önce 2 yıl boyunca sırayla ACF Fiorentina ve OGC Nice takımlarında oynamıştır. Lefter 615 maçta 423 gol atarak kulübün 2 İstanbul Ligi, 3 Türkiye Ligi zaferi kazanmasında etkili olmuştur. Bir başka efsanevi oyuncu Can Bartu, kulübün Avrupa'ya ihraç ettiği önemli oyunculardandır. Ayrıca Can Bartu bir avrupa kupası finalinde ( Fiorentina - Glasgow Rangers, 1 Ocak 1961 ) top koşturan ilk Türk oyuncu olmuştur. Bartu, Fenerbahçe'ye geri dönmeden önce S.S.C. Venezia ve S.S. Lazio takımlarında da futbol oynamıştır. Bartu, Fenerbahçe'de 330 lig maçında 162 gol atmış ve 4 Türkiye Ligi zaferi yaşamıştır.

Yakın geçmişte, özellikle yabancı futbolcular taraftarın gönlünde taht kurmuştur. Bunlardan Uche Okechukwu 13 sezon Fenerbahçe ve İstanbulspor'da forma giymiş ve Türkiye'de en uzun süre kalmış yabancı oyuncu unvanını elde etmiştir. Uche, Fenerbahçe kariyerinde 2 Türkiye Ligi şampiyonluğu yaşamış ve taraftarlar tarafından kulübün unutulmaz isimlerinden biri olarak görülmektedir.

Amblem

Amblem, 1910 yılında resimde yeteneği olan futbolcu Topuz Hikmet tarafından tasarlamıştır ve bu amblem günümüze kadar ulaşmıştır.

Fenerbahçe 100.yıl Kurumsal Logosu
Fenerbahçe 100.yıl Kurumsal Logosu

Topuz Hikmet'in anlatımıyla Fenerbahçe ambleminin öyküsü:

Kulübümüzün rengi sarı-beyazdan, sarı-laciverte çevrildikten sonra bu yeni renklerle bir amblem yaptırılması gündeme geldi. Arkadaşlarım bu amblemin çizilmesini benden rica ettiler. İlk önce bayrağımızın renkleri kırmızı ile beyazı bir araya getirdim. Sonra kırmızı üzerine bir kalp şekli çizerek bunu sarı-laciverte boyadım ve üzerine de metanet, kuvvet ve sağlamlığın ifadesi olan meşe dalını resmettim. Beyaz kısma da kulübümüzün ismini ve kuruluş tarihini yazdım. Rozetimizi çizerken, ona şu manayı vermeye çalıştım; Kalpten gelen bir bağımlılıkla bu kulübe hizmet etmek. Çizdiğim şekil arkadaşlarım tarafından beğenildi ve yeni amblem o tarihlerde Almanya'da bulunan Tevfik Haccar'ın aracılığıyla orada yaptırıldı. Yeni harflerin kabulünden sonra aynı şekilde muhafaza edildi. Sadece Fenerbahçe Spor Kulübü 1907 yazısı yeni harflerle değiştirildi.

 

Tesisler

Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun bir fotoğrafı
Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun bir fotoğrafı

Stadyum

Ana madde : Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu

Şükrü Saracoğlu Stadyumu İstanbul,Kadıköy'de , Fenerbahçe takımının maçlarına ev sahipliği yapan stattır. Stad 1908 yılında açılmıştır ve 1999 - 2006 yılları arasında yenilenerek kapasitesi arttırılmıştır. 4 Ekim 2006'da UEFA tarafından yapılan incelemeler sonucunda 2009 UEFA Kupası finalinin bu statta yapılması kararlaştırılmıştır.

Kulübün diğer tesisleri arasında sosyal tesisler, antrenman sahaları, kulüp genel merkezi, Dereağzı Kamp Tesisleri, altyapı akademisi, spor salonu, Fikirtepe tesisleri, lise ve yüzme okulu bulunmaktadır.

Müze

Ana madde : Fenerbahçe Müzesi

Kulüp Müzesi birkaç kez yeri değiştirilmiş ,yenilenmiştir. Son olarak Şükrü Saracoğlu Stadyumu'na taşınmış ve 19 Ekim 2005 tarihinde açılmıştır. Müzede toplam 10 bölüm vardır.

Diğer Tesisler

Kulübün diğer tesisleri arasında sosyal merkezler, antreman tesisleri, kulüp ana merkezi,Dereağzı Metin Aşık Kamp Merkezi, genç takım futbol akademisi, spor salonu, Fikirtepe Tesisleri, Fenerbahçe Koleji ve yüzme havuzu bulunmaktadır. [1]

  • Faruk Ilgaz Sosyal Tesisleri, kulüp ana binasının yanına kurulmuştur. 15 Mayıs 1969'da kurulmasına rağmen Aziz Yıldırım tarafından restore edildi ve 21 Ocak 2004 tarihinde açıldı..
  • Samandıra Antreman Tesisleri'nin, yapımı 1997 yılında Ali Şen’in başkanlığı döneminde başlandı. 2000 yılında tamamlandı.Ana takımın kamp merkezidir..
  • Dereağzı Metin Aşık Kamp Tesisleri, Dereağzı'nda kurulmuştur ve Fenerbahçe PAF takımına hizmet vermektedir.1989'da yeniden açılmıştır. Tesis Fenerbahçe'nin boks,yelken gibi takımlarına hizmet vermektedir.
  • Genç Futbol Akademisi, Metin Aşık Kamp Tesisleri'nin yanın kurulmuştur.1999 yılında yapılarak Fenerbahçe Genç takımlarına hizmet vermektedir.
  • Fikirtepe Tesisleri, Yumurtacı Abdi Bey Yolu üzerinde , Kadıköy'e kurulmuştur.1 Temmuz 1998'da açılmıştır. Futbolcu yetiştirmek için kullanılmaktadır..
  • Vefa Küçük Yüzme Havuzu, 16 Temmuz 1999'da açıldı ve yüzme branşına hizmet vermektedir.

Taraftar Grupları

 Stadyumdaki kulüp logosu
Stadyumdaki kulüp logosu

Fenerbahçe çok geniş bir taraftar kitlesine sahiptir. Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun yenilenmesinden sonra Fenerbahçe, Türkiye Ligi içinde maça en fazla taraftar çeken kulüp oldu. Fenerbahçe, 2006-2007 sezonunda maç başına 40.000 seyirciye ulaşmıştır.

Fenerbahçe 4 büyük taraftar grubuna sahiptir. Bunlar Genç Fenerbahçeliler, Kill For You, UniFeb ve Antu/Fenerlist'tir

Genç Fenerbahçeliler

GFB,tüm taraftarlar içinde lider gruptur.Grup 6 küçük gruba ayrılır.Bunlar 1907 Gençlik (2000 yılında kurulup 2001 yılında GFB'ye katılmıştır ), GFB Europe, Lise GFB ( Lise öğrencileri tarafından 2002 yılında kurulmuştur), Uni GFB ( Üniversite öğrencileri tarafından 2001 yılında kurulmuştur),GFB’s Angels ( Bayan Fenerbahçeliler grubu) ve Devil’s of GFB ( 2004 yılında kurulmuştur)

GFB'nin 61 şehirde, 51 üniversitede ve 10 değişik ülkede üyeleri vardır.Grup maçları Şükrü Saracoğlu Stadyumu'un Migros Tribünü kısmında takip etmektedir.

Kill For You

KFY 1996 yılında kurulmuştur.Grup, takımın tüm profesyonel ve amatör maçlarını takip etmektedir. Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun maraton tribününde maçları takip etmektedirler.

UniFeb

Grup 2002 yılında kurulmuştur.Tüm üyeleri üniversitelilerden oluşmaktadır. Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda maçları Telsim tribününden takip etmektedirler. Merkezleri Levent'tedir.

Antu/Fenerlist

Grup bir internet topluluğudur.Ali Şen'in oğulları olan Metin Şen ve Adnan Şen tarafından kurulmuştur.

33 ülkeye, 37 şehire yayılmıştır ve yaklaşık 25.000 üyeleri vardır.Üyeler maçları Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda maçları Telsim tribününden takip etmektedirler.

Finans

Sponsorlar

Fenerbahçe'nin aşağıdaki kuruluşlar ile sponsorluk anlaşmaları vardır.Ana sporsorları Avea ve Fenerium'dur.

Fenerium

 Fenerium şubelerinden
Fenerium şubelerinden

Fenerbahçe'nin lisanslı ürünleri Fenerbahçe Sportif AŞ adına Fenerium mağazalarında ve ülke genelinde direk satış yapan Fenerium tırları tarafından satılmaktadır.

Fenerium ana şubesi Şükrü Saracoğlu Stadı'ndadır.Buradan sezonluk bilet ve maç biletleri satın alınabilir.

Fenerium 41 mağaza ve 200 civarı satış noktasında toplam 1.720.000 ürün satarak 19 Milyon Dolar kar elde etmiştir.2004-2005 sezonunda 285.000 civarında ürün satılmıştır.

Fenerbahçe'nin eski futbolcularından Nicolas Anelka'nın piyasaya sürdüğü Nic39 adlı ürünü Fenerüumlarda satılmaktadır.

Futbol

Başarıları

Ana madde : Fenerbahçe'nin kazandığı şampiyonluklar ve kupalar Fenerbahçe'nin Süper Lig'teki verileri için Fenerbahçe'nin lig tarihi maddesine bakınız.

17 Şampiyonluk: 1959, 1960-61, 1963-64, 1964-65, 1967-68, 1969-70, 1973-74, 1974-75, 1977-78, 1982-83, 1984-85, 1988-89, 1995-96, 2000-01, 2003-04, 2004-05, 2006-07
4 Şampiyonluk: 1968, 1974, 1979, 1983

2007-2008 Sezonu

Futbol Takımı Kadrosu

Oyuncu Numara Geldiği yıl Önceki Takımı Ülke
Kaleci
Volkan Demirel 1 2002 Kartalspor Turkish
Serdar Kulbilge 22 2005 Bursaspor Turkish
Volkan Babacan 88 2005 Fenerbahçe PAF Turkish
Fehmi Mert Günok 89 2007 Fenerbahçe PAF Turkish
Defans
Diego Lugano 2 2006 São Paulo Uruguayan Italian
Roberto Carlos 3 2007 Real Madrid Brazilian Spanish
Yasin Çakmak 5 2007 Çaykur Rizespor Turkish
Gökçek Vederson 6 2007 Ankaraspor Brazilian Turkish
Can Arat 17 2001 Fenerbahçe PAF Turkish
Önder Turacı yardımcı-Vice-captain 19 2004 Standard Liège Turkish Belgian
Edu Dracena 36 2006 Cruzeiro Brazil Porteguise
Gökhan Gönül 77 2007 Gençlerbirliği OFTAŞ Turkish
Orta Saha
Stephen Appiah 4 2005 Juventus Ghanaian
Kemal Aslan 7 2003 Gaziantepspor Turkish
Mehmet Aurelio 15 2003 Trabzonspor Turkish Brazilian
Ali Bilgin 18 2007 Antalyaspor Turkish German
Alex Captain 20 2004 Cruzeiro Brazilian
Selçuk Şahin 21 2003 İstanbulspor Turkish
Deniz Barış 24 2004 Gençlerbirliği Turkish German
Uğur Boral 25 2006 Gençlerbirliği Turkish
Gürhan Gürsoy 32 2004 Adanaspor Turkish Bulgarian
Claudio Maldonado 33 2008 Santos Chilian
Forvet
Colin Kâzım-Richards 8 2007 Sheffield United Turkish English KKTC
Mateja Kezman 9 2006 Atlético Madrid Serbian
Semih Şentürk yardımcı-Vice-captain 23 1999 Fenerbahçe PAF Turkish
İlhan Parlak 38 2007 Kayserispor Turkish
Alper Balaban 54 2005 TSG Hoffenheim Turkish German
Deivid 99 2006 Sporting Lisbon Brazilian

Kiralık Giden Oyuncular

Oyuncu Numara Kiralandığı Yıl Kiralandığı Takım Ülke
Orta Saha
Kerim Zengin 33 Haziran 2008 İstanbul Büyükşehir Belediyespor Turkish
Olcan Adın - Haziran 2008 Karşıyaka Turkish
Forvet
Mateus - Haziran 2008 Ankaraspor Brazilian

Teknik Ekip

İsim Ülke Görev
Zico Teknik Direktör
Eduardo Antunes Coimbra Yard.Antrenör
Moraci Vasconcelos Sant'anna Yard.Antrenör
Irfan Saraloğlu Antrenör
Zeki Önder Özen Antrenör
Murat Öztürk Kaleci Antrenörü
İsim Ülke Görev
Eurico de Campos Fitness Koçu
Mehmet Hacıoğlu PAF Antrenör
Şenol Çorlu Altyapı Direktörü
Pierre Arzuman Doktor
Michael Schulten Fizyoterapist
Orhan Şakir Fizyoterapist

Fenerbahçe PAF Takımı

Ana madde : Fenerbahçe PAF

Fenerbahçe PAF Takımı,diğer kulüplerin PAF takımlarının bulunduğu PAF Ligi'nde oynamaktadır. PAF takımın antrenörlüğünü Mehmet Hacıoğlu yapmaktadır. İç saha maçlarını Dereağzı Tesisleri'nde oynamaktadır.

Avrupa'da Fenerbahçe

Fenerbahçe'nin tüm Avrupa maçları için Fenerbahçe'nin Avrupa tarihi maddesine bakınız.

UEFA Sırası Kulüp Toplam 2006/07 2005/06 2004/05 2003/04 2002/03
64 Hertha Berlin 37.640 4.1350 12.4440 3.4885 2.5555 15.0170
65 Udinese 36.808 3.9360 16.0675 6.6200 4.9285 5.2560
66 Fenerbahçe 36.791 11.0125 7.3200 (89.) 10.7735 (94.) 2.1450 (126.) 5.5400 (115.)
67 Fransa FC Sochaux 36.706 3.3000 3.5680 13.7710 13.4550 2.6125
68 Blackburn Rovers 36.618 16.4860 4.7610 5.1385 4.7125 5.5200

Sıralamalar 2007-2008 Avrupa Kupaları sezonu için geçerlidir. Daha ayrıntılı bilgiler için UEFA katsayıları maddelerine bakınız.

Ligde En Çok Gol Atan Futbolcular

Futbolcu Maç Gol
Aykut Kocaman 211 140
Cemil Turan 193 87
Lefter Küçükandonyadis 151 74
Elvir Boliç 145 69
Ogün Altıparmak 173 66

En Çok Forma Giyen Futbolcular

Futbolcu Maç Yıllar
Müjdat Yetkiner 763 1979-1995
Lefter Küçükandonyadis 615 1947-1965
Şeref Has 605 1955-1969
Cem Pamiroğlu 508 1976-1986
Naci Erdem 440 1953-1963

Bazı Futbolcular

Ana madde : Fenerbahçeli futbolcuların listesi

 Unutulmaz isimlerden Pierre van Hooijdonk
Unutulmaz isimlerden Pierre van Hooijdonk
Türkiye
Türkiye
German Almanya
Arjantin
Brezilya Brezilya
Danimarka
Fransa Fransa
Hırvatistan
Hollanda
İsveç
Nijerya
Romanya
Sırbistan
Uruguay

Bazı Teknik Direktörler

 Teknik Direktör Arthur Zico
Teknik Direktör Arthur Zico

Ana madde : Fenerbahçe Teknik Direktörleri ve Başarıları

Türkiye
German Almanya
German Almanya
Brezilya Brezilya
Brezilya Brezilya
Hollanda
Yugoslavya Yugoslavya

 

Diğer Branşlar

 

Basketbol

Ana maddeler : Erkek Takımı, Bayan Takımı

Fenerbahçe'nin ikinci büyük branşı basketboldur.Fenerbahçe ve Ülkerspor 2006 yılında yaptıkları geniş kapsamlı sponsorluk anlaşması ile takımlarını birleştirmişler ve Fenerbahçe Ülker adını almışlardır.Bayan takımına Aras Kargo spornsor olmuştur.

2006/07 sezonunda TBL'yi birinci olarak tamamlayıp playofflarda Efes Pilsen'i mağlup edip şampiyon olmuştur.

Voleybol

Ana maddeler : Erkek Takımı, Bayan Takımı

Fenerbahçe'nin üçüncü büyük branşı voleyboldur.2007 yılında Acıbadem Holding, bu branşa spornsor olmuştur.

Diğer Branşlar

 

Dış bağlantılar

 

MKE AnkaragücüAnkara SKBeşiktaşBursasporÇaykur Rize SKDenizli SKFenerbahçeGalatasarayGaziantep SKGençlerbirliğiGençlerbirliği Oftaşsporİstanbul Büyükşehir BelediyesporKasımpaşa SKKayseri SKKonya SKSivas SKTrabzon SKManisaspor

Çeyrek Finale kalan takımlar
ArsenalBarcelonaChelseaFenerbahçeLiverpoolManchester UnitedRomaSchalke 04
2. Turda elenen takımlar
CelticInterLyonMilanOlympiacosPortoReal MadridSevilla
Gruplarda elenen takımlar
BenficaBeşiktaşCSKA MoscowDynamo KyivLazioMarseillePSV EindhovenRangersRosenborgShakhtar DonetskSlavia PragueSporting CPSteauaVfB StuttgartValenciaWerder Bremen
Fenerbahçe SK'nin Sezonları
g  d

19591959-19601960-19611961-19621962-19631963-19641964-19651965-19661966-19671967-19681968-19691969-19701970-19711971-19721972-19731973-19741974-19751975-19761976-19771977-19781978-19791979-19801980-19811981-19821982-19831983-19841984-19851985-19861986-19871987-19881988-19891989-19901990-19911991-19921992-19931993-19941994-19951995-19961996-19971997-19981998-19991999-20002000-20012001

Kadıköy ve Fenerbahçesi;

İstanbul’un Kadıköy yakası; Allah’ın, yeryüzünü yaratırken kesinlikle ayrıcalıklı davrandığı bir eşsiz yöre... Tarihlerin henüz 1900 yılına ulaşmadığı İstanbul’da, Kalamış’ıyla


Fenerbahçe’siyle, Caddebostan’ı Suadiye’si Moda’sı ile adeta bir rüya beldesi... Göz alabildiğine bomboş arsalarla yemyeşil çayırlara sahip bu yörede, doğanın insanları spor yapmak için sanki teşvik ettiği yıllar...

Ve de, İstanbul’un silüeti deniz üzerinde uzaklardan perde perde yansıyıp dalgalanırken, Fenerbahçe Burnu’nda yanıp sönerek yol gösteren bir fener Türk sporuna önderlik edeceği bir kulübe sembol olmanın da gururu içinde, Adalar’a, Marmara’ya, daha da ötesi uzak yıllara doğru aynı şevkle ışık saçacağı günlerin özlemi ile çakıp durmaya başlamıştı sanki... Ve de Kadıköy, o dönemlerde en güzel semti olan Fenerbahçesi’nin bağrından çıkaracağı takımını önce yakınlara, sonra da yarınlara armağan edeceği günleri bekliyordu gayri...

Kuşdili Çayırında İlk Futbol Oyunu;
İlk futbol oyununun, bugünkü anlamıyla ilk kez 1823 yılında İngiltere’de oynanmaya başlamasının üzerinden neredeyse yıllar ve yıllar geçmişti. Nihayet tarihler 1890’lı yıllara ulaştığında, Moda’da oturan İngiliz’ler de bu keyifli spordan iyice etkilenmiş ve o yemyeşil arsaların bulunduğu Kadıköy’ün geniş alanlarında, futbolu oynamaya başlamışlardı. Seyri çok keyifli bu oyunun, çevredeki Türk gençlerinde de ilgi uyandıracağı ve de bu sporu onlara sevdireceği pek tabii idi ve hatta da kaçınılmazdı. Ama ne var ki, o sıralarda süren monarşi rejimi nedeniyle Müslüman Türkler için cemiyet kurmanın ve hatta mevcut cemiyetlere dahi üye olmanın yasak olmasından dolayı, Kadıköy Çayırlarında top koşturan İngiliz gençlere yine ancak Rum gençleri eşlik edebilmekteydi. Yine de, hemen her akşamüstü bilhassa Kuşdili Çayırında yapılan bu futbol maçları ya da antrenmanları, Kadıköy halkının büyük bir kesiminin ilgisini çekmekte, genellikle akşamüstleri zevk için de olsa oynanan bu futbol oyunu için, Kalamış’tan, Moda’dan, Kuyubaşı’ndan, ve hatta Haydarpaşa civarlarından gelecek öbek öbek halkı, gününe ve hava durumuna göre küçük ya da büyük kümeler halinde bu oyunu seyretmeye yöneltmekteydi. Kadıköy halkının ekserisi ikindi sularında ayaklanır, günlerden Cuma ve Pazar değilse yani Kurbağalıdere’nin kenarındaki salaş tiyatroda Komik Hasan’ın tuluat kumpanyası oynanmıyorsa Kuşdili Çayırı’na doğru yola koyulurlardı. Yok, eğer günlerden Cuma ya da Pazar ise de, Moda’ya doğru ya da şimdiki Fenerbahçe Stadyumu’nun bulunduğu Papazın Çayırı’na doğru yola koyulurlardı (*1). Omuzdaş kılıklı, burma bıyıklı tüylü tüysüz gençler, yanlarında boy boy çocuklarla hanım nineler ve de orta yaşlı hatunlar, Arap bacılar, ahretlikler, kahvede pineklemekten usanan efendi kişiler, burada çayırı çepeçevre kuşatır, kadınlar getirdikleri kilimleri yayarlar, erkeklerin kimi toprağa bağdaş kurar, kimi büyükçe bir taşa oturur, kimi ayakta dururdu. Sucusu, dondurmacısı, kağıt helvacısı, simitçisi, baloncusu, Eyüp oyuncakçısı velhasılı satıcıların her çeşidi burada arzı endam eyler, burayı adeta panayır yerinden farksız kılardı. Ortadaki saha olacak alanda ise, kapı gibi gövdeli, başları açık, renk renk gömleklerinin kolları sıvalı, göğüsleri fora, bacaklarından dizkapaklarına kadar şortlu bir alay adam soluk soluğa koşuşurlar, birbirlerine çarpıp çarpıp, alt alta üst üste mecelleşirler, güya da top oynarlardı. Oynanan bu futbollardan örnek alan bazı gençler, Kadıköy’ündeki arsalarda ya da geniş çayırlarda onlar gibi top oynamaya heveslenir, karman çorman bir biçimde, bir harradır bir gürradır gider, topa en çok vuranla onu en havalara yükselten erbab sayılırdı. Ne var ki bir süre sonra, bir başka deyişle 1900’lü yıllara iyice yaklaşılmasıyla birlikte, Moda’da oturan İngiliz gençlerinin artık modern futbolu oynamaya başlamaları ve dolayısıyla da oynadıkları futbolu daha seyredilir bir halde sunmaları, kendilerini hayran hayran seyreden Kadıköy’lü gençlerin yüreklerinde birtakım kıpırdanmalara sebep oluyor, onlar gibi organize bir takım kurma isteklerini ise, vazgeçilemez bir tutkuya dönüştürmeye başlıyordu.

Kadıköy Football Association ;
1890’lı yıllarda İstanbul Moda’da yaşayan İngiliz ailelerinden La Fontaine, Giraud, Whittall, Charnaud, Pears, Armitage aileleri Kadıköy ve Moda’nın çayırlarında kendi aralarında bu oyunu yeni yeni oynamaya başladıklarında, İzmir’de yaşayan İngiliz aileleri, Bornova çayırlarında bu oyunu çoktan oynamaya başlamışlardı bile (*2). Zira sosyal ve idari bakımdan payitaht İstanbul’a uzak ve rahat iki şehir olan Selanik ile İzmir, 1870’li yıllarda Osmanlı’nın futbol oyunu için ilk taraftar bulduğu toprakları oluyor, futbol oyunu o dönemlerde dini inançların da etkisi ile Müslüman Türkler arasında gelişemediğinden, böylece de Osmanlı toprakları üzerinde ilk defa gayrimüslim ve levanten (ülkede yerleşmiş bulunan yabancı uyruklu) vatandaşlar tarafından oynanıyordu.

Moda’da futbolla tanışan ilk ailelerin İstanbul’da İngiltere elçiliği personeli görevlileriyle aralarında yaptıkları maç rekabetini, 1894 yılında İzmir’de “Football Club Smyrne”nin kurulması ile birlikte İstanbul - İzmir rekabeti izlemeye başlıyordu (*3). İzmir’de futbolun öncülüğünü yapan James La Fontaine, 1889 yılında İstanbul’a yerleştiğinde, Kadıköy’de İngilizlerin futbol-rugby karışımı bir oyun oynadıklarını görmüş ve onlarla kısa zamanda dostluk kurarak, daha iyi bildiği futbol oyununu onlara kabul ettirmişti. Tarihler 1897 yılını gösterdiğinde, James La Fontaine ve arkadaşları Kadıköy yakasında ilk kez bir futbol takımı olarak Kadıköy Football Association adı altında toplanıyor, takımı oluşturan İngiliz, Rum, Ermeni gençleri, genelde İstanbul’a sefere gelen İngiliz gemicilerle oynadıkları oyunlarını Kadıköy’ün çayırlarında sürdürüyor, ve her akşamüstü (ilk bölümde geniş bir biçimde sunduğumuz) o kalabalık izleyici kitlesine de seyrettiriyorlardı. Bu müsabakalar halkın öylesine ilgisini çekmişti ki “Football Association” takımı, iki yıl içerisinde “İzmir Karması” ile karşılıklı olarak futbol maçları yapmaya yönelmişti.

“BLACK STOCKING FC” Kuruluyor ;
Ne var ki, Sultan 2. Abdülhamid’in padişahlığının sürdüğü o dönemde, mevcut monarşi rejiminin korunması amacıyla Türk gençlerinin dernek kurmaları yasaktı. Bu durum ise, yabancı ve azınlıkların top koşturdukları kendi topraklarında futbol oynamanın imkan ve zevkinden mahrum olan ve onların aralarına karışarak oynamak istedikleri bu cazip oyunu ancak gıpta ile seyretmekle yetinen Kadıköylü Müslüman Türk gençleri arasında, sadece üzüntü değil aynı zamanda tabii ki öfke ve hırs da uyandırıyordu. İşte her türlü tehlikeyi göze alan bu gençlerden, deniz öğrencisi Fuat Hüsnü (Kayacan), eski hariciyecilerden Reşat Danyal ve Mehmet Ali ile, Kuşdili’nde Papazın Çayırı adı verilen topraklarda meşin yuvarlağa vuruşlar yapan arkadaşları bu özlemin sona ermesini amaçlıyorlar, ve 1899 yılında da, devrin hafiye ve jurnalcilerinin dikkatlerinden kaçmak ve hışımlarından korunmak amacıyla bir İngiliz adı altında Black Stocking FC (Siyah Çoraplılar Futbol Kulübü) ‘nü kuruyorlardı. Ancak siyah çorap ve kırmızı üst formaları ile Türk gençlerinin oluşturduğu bu ilk Türk spor ve futbol topluluğu daha ilk maçlarında hafiyelerin baskınına uğruyor ve hemen dağıtılıyordu.

1899; Fenerbahçe’nin Gerçek Kuruluş Yılı
Burada dikkati çeken en önemli nokta; Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Black Stocking FC ismi altında 1899 yılındaki bu ilk girişimindeki öncülük yapan gençler ile, ilerideki yıllarda kurulacak olan Kadıköy Futbol Kulübü (1902) ve Fenerbahçe Futbol Kulübü (1907) ismi altında toplanan gençlerin genelde aynı kişiler olacağıydı. Dolayısıyla FENERBAHÇE KULÜBÜ kuruluşunu gayri resmi olarak 1899 yılında gerçekleştirmiş, ne var ki iki kez kapatılmaları nedeni ile faaliyetlerine, ancak resmi kuruluş yılları olan 1907 yılında geçebilmişti. Görülen odur ki; Black Stocking F.C. ya da Kadıköy Futbol Kulübü isimleri, amaç karşısında birer araçtırlar (*4). Ayrıca İstanbul’da kurulan futbol kulüplerinin listeleri incelendiğinde de; Moda Futbol Kulübü (1896), Cadi-Keuy Football Club (1899) ve Imogen (1900) takımlarının İngiliz uyruklular tarafından, Elpis (1900) takımının Rumlar tarafından, Black Stocking (1899), Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerinin ise Osmanlı uyruklular tarafından kurulmuş oldukları da zaten görülmektedir.(*5)

yine de, aradan geçen birkaç yıl içinde aynı gençlerin bir bölümü, aralarına yeni katılanlarla beraber Kurbağalıdere Köprüsü’nün hemen yakınındaki (şimdiki stadyumun karsısında) Hurşit Ağa’nın kahvehanesinde muntazaman toplanıyor ve 1901 yılında da, bu kez isim de değiştirerek Kadıköy Futbol Kulübü ismindeki bir yeni takımı daha kurabilmenin çalışmalarını yapıyorlardı. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiye, yaşadığı yakın tarihi, yazılarında bütün ayrıntıları ile canlandıran üstad Sermet Muhtar Alus’un, 1951 senesinde Tarih Hazinesi Mecmuası’na yazdığı “Kadıköyü’nde İlk Futbol” isimli makalesinde rastlıyoruz ;

(Aslı gibidir) : “ Zamanın musiki üstadı Sine Kemani Nuri Bey’in anlatışına bakılırsa, futbola meraklı ilk Türk gençleri bir kulüp kurmağa, daha bir derli toplu birleşmeye karar vermişler. Çok geçmeden arzularını yerine getirmiş, elbiseyi de seçmişler; gömleğin göksü, yakası, kol kapakları beyaz, öbür tarafları kırmızı, pantolon keza beyaz. Kuşdili Papazın çayırlarında kendi aralarında maçlara girişmişler. Moda’daki İngilizlerden, Rumlardan mürekkep (oluşan) takımın derecesine erişmek, onları yenmek baş emelleri(en büyük arzuları). Eski cimnastikçi ve idmancılardan Sine Kemani Bay Nuri’nin rivayetine göre, ilk oynayanları sayalım: Kendisi(Nuri Bey), Emced Bey, Mehmet Ali ve kardeşi Neşet Beyler, Reşat Danyal Bey, Hafız Mustafa, Topçu zabiti Cevdet Bey, Eşref Bey, Hüsnü Paşa zade Bahriyeli Fuat Bey, Mekteb-i Sultani’li Daniş, Tahsin (Şair Tahsin Nahit) Bey, Sarı Şevki.

Haftalık Malumat Mecmuası sahibi Baba Tahir’in yevmi (günlük) Fransızca Servet Gazetesi, bu maçlara dair teşvik yollu bir yazı neşretmiş. Fırsatı kaçırmayan namlı hafiyyelerden (gizli görevli polis) biri, Sultan Hamid’e hemen jurnali(haberi) uçurmuş: “ Kadıköy gençleri, Veliahd- i Saltanat Reşat Efendi (Sultan Reşat)’nin himayesinde (korumasında) bir cemiyet teşkil eylemişlerdir (oluşturmuşlardır). Beray-i ubudiyet (kulunuz olarak), nazar-ı dikkat-i hümayunlarınızı celp ederim (padişahımın dikkatlerini çekerim). Ferman.”

Ve tabii ki, yine rejim ve futbolun haram sayılması nedeniyle dini baskılı, ancak daha sıkı hafiye baskısı sonucunda da zaptiye teşkilatının baskınıyla bu girişimler de yine engelleniyor ve Kadıköy’lü gençler bir kez daha dağıtılıyordu. Ne hazin bir kaderdir ki, Olimpiyatların Atina’daki açılış gününe rastlayan 6 Nisan 1896 tarihinde Tatavla (Kurtuluş)’da bir gurup Rum vatandaşımızın teşebbüsüyle “Tatavla - Heraklis Jimnastik Kulübü” şaşalı bir biçimde tabii ki de kurulurken(*6), ondan iki yıl sonra tamamen Türk gençlerinden oluşarak kurulmaya çalışılan “Kadıköy Futbol Kulübü” mevcut rejim nedeniyle hemen kapatılıyor, kurucuları ise sürgün edilmekten zor kurtuluyordu. Bu durum Türk sporunun kulüpler yolundaki gelişimini en az 5 yıl geciktirecek ve yurdumuzda futbol ağırlıklı sporun temeli de, yabancı egemenliği ve anlayışı ile atılacaktı (* 7).

İşte İstanbul’da, hem Pera yakasında hem de Kadıköy yakasında oturan ecnebi (levanten) ve gayrimüslim vatandaşlarımızın, törenlerle kurdukları ilk kulüplerinin yaşama hakkını elde etmelerine karşın, yine kalpleri spor aşkı ile çarpan Kadıköy’lü Türk gençlerimiz tarafından girişilen her iki cesurane teşebbüsün gerçekleşememesi, onların içindeki bu ateşi söndürmüyor, aksine, Kadıköy’de bir futbol kulübü kurmalarına hiçbir kuvvetin engel olamayacağı gerçeği ile, daha henüz ismi bile belli olmayan ve fakat ki Kadıköy’ün bağrından çıkacak ve gelecekte milyonlarca taraftara sahip olacak bir kulübü kurmaları için, sadece sayılı yılların kaldığını da sanki artık iyiden iyiye hissediyorlardı.

Kadıköy’de Kuruluşu Bekleyiş ; Güneş, 1900’lerle henüz tanışmış. İstanbul’un her semti aynı sıcaklıkta aynı cömertlikte aydınlanırken, Kadıköy yakasında gökyüzü hep puslu, sanki her dem kapalı gibi. Kuşdili Çayırı mahzun, Papazın Çayırı solgun gibi. Fenerbahçesi’nde bahçeler çiçeksiz, köşklerinde kanaryalar suskun, güllerle bülbülleri küs gibi... Zira, içleri spor aşkı ile yanan Türk gençlerinin Kadıköy’de kulüp kurma istekleri “saray”ca iki kez engellenmiş, levanten ve gayrimüslim vatandaşlarımızın aynı isteklerine aynı saraydan izin çıkarken, Kadıköylü gençlerimiz sarayın rejimine karşı iki kez yenilmiş gibi. İşte bu nedenledir ki, gayri tüm Kadıköy halkı suskun, biraz da yaralı, Kalamış’ta esen rüzgar bir mahzun, Fenerbahçesi’nde çakan “Beyaz Fener” bir mahzun gibi. İşte bu nedenledir ki ; galip, sanki bu yolda mağlup gibi...

Ve de deniz üzerinde İstanbul’un silüeti, karşı uzaklardan perde perde sahile akarken, “ışıksız FENER, çiçeksiz BAHÇE ” misali biçare yarımada, mahzun bir eda ile karşı sahilindeki sarayın ufuklarına doğru bakıp bakıp kuruluş izninin çıkması hayali içinde “ Bu memlekette bir gün sabah olursa Haluk. ” mısralarını yüreği yaralı fakat gönlü ümitle dolu bir şekilde sanki okur da, devlet kapusundan da medet bekler gibi...


İSTANBUL’DA İLK “FUTBOL LİGİ” GÜNLERİ
Evet, istibdat ; bir başka değişle o dönemki mevcut “ mutlak hakimiyet ” rejimi, yurdumuzda cemiyet kurmak ya da bu bünyede spor yapmak hakkını Türklere yasak etmekteydi. İşte sırf bu nedenle, Fuat Hüsnü (Kayacan) Bey ve tamamen Türk gençlerinden oluşan arkadaşlarının Fenerbahçe Spor Kulübü’müzü kurma teşebbüsleri, gerek 1899 yılında Türkçe isim vermeden bir İngiliz ismi altında kurmak istedikleri “Black Stocking F.C./Siyah Çoraplılar Futbol Kulübü” olsun, ve gerekse de 1902 yılında bu kez isim değiştirerek kurmak istedikleri “Kadıköy Futbol Kulübü” olsun, sarayca engellemişti. Bu durum ise, ülkemizde kurulan ilk spor kulüplerinin yabancılar ile gayrimüslimler tarafından oluşmasına sebep olacak(*8), Türk sporunun kulüpler yolundaki gelişimini ise en az 5 yıl geciktirerek, yurdumuzda futbol ağırlıklı sporun temelinin “yabancı egemenliği ve anlayışı” ile atılması neticesini doğuracaktı (*9).

Nitekim, Kadıköy Futbol Kulübü’nün mevcut bu rejim nedeniyle hemen kapatılarak dağıtılmasının ardından, 1902 senesinde James Lafontaine ile Horace Armitage isimli kişiler hemen hemen tamamı İngiliz’lerden oluşan “Cadıkeuy Football Club“; (Kadıköy Futbol Kulübü) isimli futbol takımını kuruyor ve kuruluşunun iznini de alıyordu (*10). Bunu, 1903 senesinde Moda’da oturan İngiliz gençlerin “Moda Football Clup”, 1904 senesinde de Kadıköylü Rum vatandaşların “Elpis(Ümit)Futbol Takımı”nı kurmaları izliyordu. Aynı yıl İngiliz elçilik gemisi “İmogene” nin de aynı isimde bir futbol takımı kurması üzerine, Türkiye’deki ilk lig organizasyonunu gerçekleştiren James La Fontaine, 1904 senesi sonbaharında “Constantinople Football Liege” ( İstanbul Futbol Ligi ) adı ile İstanbul’daki ilk futbol ligini kuruyordu. (*11)

Cadıkeuy (Kadıköy), Moda, Elpis ve İmogene takımlarının oluşturduğu ligdeki organizasyon olan “Pazar Ligi” ismi altında yapılan bu maçlar, bugünkü Fenerbahçe Stadının bulunduğu Papazın Çayırı’nda sürüyor ve halk tarafından da büyük bir ilgi ile takip ediliyordu. 1904 tarihindeki ilk Pazar Ligi şampiyonluğunu İmogene Takımı, 1905 yılındaki ikinci Pazar ligi şampiyonluğunu ise Cadıkeuy (Kadıköy) Futbol Takımı kazanıyordu. Tarihler 1905 yılını gösterirken , Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) öğrencileri tarafından okulun çatısı altında kurulan Galatasaray Futbol Takımı, Kadıköy’deki Papazın Çayırı mevkiinde Kadıköy Frerler Mektebi (Saint Joseph) takımı ile maçlarına başlıyor ve 1906 yılından itibaren de İstanbul Futbol Ligine resmen katılıyordu.

1907, Resmi kuruluşa doğru
Gayri takvimlerin o en güzel yıl olan 1907 yılının ilk yapraklarını gösterdiği günler... Sultan 2. Abdülhamid Han, 33 yıllık saltanatının baskılı rejime dayalı son yılını yaşamakta olduğunun sanki farkında. Saltanatı ile uğraşanlarla boğuşmaktan futbol topu peşinde koşturanlarla uğraşmaya ayıracak pek fazla vakti ve de gönlü kalmadığından bu tür oluşumlara karşı uygulattığı baskıyı da, resmi de olmasa biraz gevşetmiş. Zaten gayri müslimler ile yabancılarca ortalama on yıldır oynanmakta olan futbol oyununa gözleri ve de gönülleri biraz da alışmış. Kadıköy yakasındaki Kördere Sahası ile Kuşdili Çayırı’nda, o ilk yıllarda göz açtırmayan top uçurtmayan saraylı hafiyelerden görünürde eser kalmamış, Türk gençleri, resmi formalı olmasa da buralarda sanki rahat rahat top koşturur bir halde. Gerçi, bir jimnastik kulübü olarak “Beşiktaş” ile, Fransız Mektebi Takımı hüviyetini arkasına almış bir futbol kulübü olarak “Galatasaray”, kuruluş faaliyetlerini İstanbul yakasında gerçekleştirebilmiş ama, karşı kıyı Kadıköy yakası o dönem için adeta bir başka belde, adeta İstanbul’a taşra...

Nihayet, artık bu yakada da beklenen günlerin yakınlığı hissedilmekte. Kadıköy yakasında da güneş bir başka parlak, bahçelerde çiçekler bir başka güzel açmakta. Fenerbahçesi’nde de kanaryalar bir başka ötüp, burundaki fener sanki bir başka parlak çakmakta. Zira, halkın içinden çıkacak ilk Türk kulübünün kuruluşu için kararın ve de onayının alınacağı çok önemli günlerin çoğu geçmiş, azı ise sanki artık gelmekte...

İşte, içinde bulundukları tarihin de desteğinden güç alan Kadıköy’lü gençlerden, Hariciye Nazırı Asım ve Server Paşa’ların torunu Londra Sefareti Başkatibi Nuri Bey’in oğlu Ziya(Songülen) Bey ile Harekat Ordusu Feriki (tümgeneral) Şevki Paşa’nın oğlu Ayetullah Bey ve de ünlü edebiyatçı Sami Paşazade Sezai Bey’in yeğeni Enver Necip (Okaner) Bey, Necip Bey’in Moda Başpınar sokak 3 numaralı evinin selamlık katında yaptıkları bir görüşme sonucunda kuracakları takımın ilk fikir harcını atıyorlardı. Gerekli olan parayı da finanse edecek olan dönemin zenginlerinden Saint Joseph mezunu Mühendis Nurizade Ziya Bey’e kulübün kurucu başkanlık şerefini, Osmanlı Bankası memurlarından Ayetullah Bey’e katiplik (sekreter) görevini, Bahriye Subayı Necip Bey’e de kaptanlık ve veznedarlık (sayman) görevini veriyorlardı.

Aynı görüşmede varılan fikir birliği ile de ; kuracakları kulübün adını oturdukları semtin güzelliğinden esinlenerek Fenerbahçe yapacaklar, amblemlerini Fenerbahçe Burnu’ndaki ışık saçan fenerden, formalarındaki renkleri ise Fenerbahçesi’ndeki ilkbaharın sevimli müjdecisi papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden yani sarı ile beyazdan alacaklardı.

Ertesi gün “Baker Mağazası”ndan forma kumaşları alınıyor, Fener armalı kırtasiye malzemelerinin siparişleri veriliyor, ve de dönemin güya Futbol Federasyon Başkanlığı görevini üstlenmiş kişisi James Lafontaine ile yapılan bir sohbette de sanki kendisinden icabet alınıyordu. Artık kurulacak olan kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver ( Yetiker ) Bey üstleniyordu.

“Fenerbahçe Futbol Takımı”nın ilk kadrosu kuruluyor ;
Güneş bu defa, o en güzel yıl olan 1907 senesi ilkbaharının serince bir Pazar gününü aydınlatıyor ve Fenerbahçe semti de bu kez, ismini yıllarca şerefle temsil edecek olan bir kulübün ilk temsilcilerinin ilk kalabalık gövde gösterisine sahne oluyordu. O gün, Kadıköy’ündeki Kuşdili Çayırı’nda İngiliz ve Rum takımları arasında oynanan bir futbol maçını seyrettikten sonra St. Joseph Mektebi talebelerinden oluşan bir grup, Moda İskelesi’nden sandallara biniyor ve koyun karşı kıyısında randevu mahalleri olan Fenerbahçesi’ne geçiyorlardı. Nuri zade Ziya (Songülen)Bey ve Ayetullah Bey ile Sami Paşa zade Sezai Bey’in yeğeni Bahriye zabiti Necip(Okaner)Bey, Hintli lakaplı Mühendis Asaf (Beşpınar) Bey ve S.Joseph Mektebi Türkçe öğretmeni Enver (Yetiker) Bey isimli gençler, burada daha evvel gelmiş olan Hasan ve Hüseyin(Dalaklı), Galip (Kulaksızoğlu), Nasuhi Esat(Baydar), Yanya’lı Şevkati, Elkatipzade Mustafa ve kardeşi Hamdan, Çerkes Sabri, Hayrullah, Hakkı Saffet (Tarı),Hasan Sami(Kocamemi) Bey’ler ile buluşuyorlardı(*12).

Çoğunluğunun, yakında kurulacak oldukları takımın ilk oyuncularını teşkil edecek olan bu gençler için o gün, Ziya Bey’in İngiltere’den getirttiği; önü ve kolları düğmeli olan sarı beyaz yollu bol formaları, lacivert şort pantolonları ve sarı löverli yün çorapları ile, Fenerbahçe’nin çayırlarında ilk antrenmanlarını yapacakları gündü. Kısa zamanda çevrenin futbola kabiliyetli gençlerini de kendi etrafında toplayan bu kulüp, bugün için büyük bir kıymet ifade eden ilk kadrosunu, olası olarak; Hintli Asaf – Necip , Ziya – Hasan, Hassan, Sabri – Nasuhi , Şevkati , Galip , Hüseyin , Hayrullah terkibinde (*13), ya da ; Asaf – Ziya , Sami – Ayetullah , Mazhar , Necip – Fethi , Galip , Hüseyin , Hasan , Nevzat şeklinde oluşturuyordu (*14).

Başta da değindiğimiz üzere, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Black Stocking FC ismi altında 1899 yılındaki ilk girişiminde öncülüğünü yaptığı gençler ile, Kadıköy Futbol Kulübü (1902) ve ilerideki yıllarda kurulacak olan Fenerbahçe Futbol Kulübü (1907) ismi altında toplanan gençler, aslında yıllardır aynı ideali sürdüren hep aynı kişilerdi. Ama ne var ki iki kez kapatılmaları, yasal faaliyetlerine ancak resmi kuruluş yılları olan 1907 yılında geçebilmelerine olanak kılmıştı. Bir başka deyişle; Black Stocking F.C. ile, aynı amacı ve kaderi paylaşan Kadıköy Futbol Kulübü’nün isimleri, “Fenerbahçe Spor Kulübü”nün kuruluşu yolunda “amaç karşısında birer araçtı “(*15). Israrla tekrar ettiğimiz bu durum karşısında, 1940 yılında yapmış oldukları haklı bir tüzük değişikliği ile kuruluş senelerini 1909 senesinden 1903 senesine aldıran Beşiktaş Kulübü’nün ( Bereket Jimnastik Kulübü) de gerçekleştirdiği gibi, Fenerbahçe Spor Kulübümüz olarak tüzüklerimize geçirmemiz ve de yazılı bir deklarasyonla kamuya ilan edip düzeltmemiz gereken gecikmiş gerçek odur ki; Fenerbahçe Spor Kulübünün kurulduğu yıl 1899’dur.

Kuruluşu Tescil Olunan İlk Türk Kulübü; FENERBAHÇE
Nihayet, 23 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyetin ilanını takiben, yurtta dernek ve kulüp kurma hakları herkese resmen tanınıyor, böylece, Ziya, Ayetullah, Necip ve Enver Bey’lerin önderliğinde kurulmuş bu yeni kulüp tescil edilerek, Fenerbahçe’ye, cemiyetler kanununa göre kuruluşu resmen tescil olunan ilk Türk kulübü olmak şerefi kazandırılıyordu (*16). Kulübün ilk kurucu üyelikleri ise ; 1) Ziya ( Songülen ), 2) Ayetullah Bey, 3) Necip ( Okaner), 4) Galip ( Kulaksızoğlu), 5) Hassan Sami (Kocamemi), 6) Asaf ( Beşpınar) şeklinde başlıyor (*17) ve olası diğer üyelikler de; 7)Enver (Yetiker), Şevkati (Hulusi Bey), 9) Fuat Hüsnü (Kayacan), 10) Hamit Hüsnü ( Kayacan) 11) Nasuhi (Baydar),... isimleriyle devam ederek sıralanıyordu. Konu ile ilgili olarak; ömrünü adadığı “Fenerbahçe Kulübü Tarihi” konusunda, özellikle arşiv ve bilgi toplamada en zorlandığımız kuruluş yılları dönemleri ile ilgili en güvenilir araştırmaları gerçekleştirmiş olan merhum yazar Dr. Rüştü Dağlaroğlu’na ait (eski Türkçe ile yazılmış notları şu an deşifre çalışmaları yapan oğlu Sayın Müzdat Dağlaroğlu’nun arşivinde) Fenerbahçe tarihine ışık tutmakta olan not defterindeki tarihi notlar arasında ; “kulübün 1939 Nizamnamesinde ilk 30 kurucu üyenin isminin sıralandığı, ne var ki, kurucu olan ilk 6 üye arasında yer alması gereken Hassan Sami (Kocamemi)’nin bile bu listede isminin bulunmayışının, kendisini listenin doğruluğu hakkında haklı olarak kuşkuya düşürdüğü ifadesi” de ayrıca belirtilmektedir.

İstanbul Şampiyonluğu Ligi ;
1908 yılında ilan edilen 2. Meşrutiyetin ilanı ile tanınan dernek kurma serbestliği sonucunda İstanbul’da kurulan Türk kulüplerinin sayısı çığ gibi artıyor, Anadolu, Beykoz, Vefa Futbol Kulüpleri de, sırf 1908 senesinde resmen kurulup tescil edilen Türk kulüpleri arasında yerini alıyordu. Kısa zamanda Türk kulüplerinin sayılarındaki bu artış ise, İstanbul’da yeni bir ligin kurulması ihtiyacını doğuruyor, bu nedenle de o dönemlerde ülkede resmi tatil günü olan Cuma günleri oynanacak bir lig olan, Cuma Ligi adıyla yeni bir lig kuruluyordu.

Takımların sayılarının hızla artmasıyla, İstanbul’da futbol alanlarının sayısı da çoğalmaya başlamıştı. Anadolu yakasında; Kadıköy’deki Kuşdili Çayırı, şimdiki stadın bulunduğu yerdeki Papazın Çayırı, Yoğurtçu Deresi yanındaki Altınordu’nun Kördere Çayırı, Dereağzı’nda Kemikçi Çayırı, Baklatarlası, İbrahimağa sahası ile, Rumeli yakasında; Taksim, Talimhane, Bakırköy, Baruthane, Karagümrük, Çukurbostan, Süleymaniye, Güzelbahçe, Beyazıt Harbiye Nezareti sahaları, ve de Boğaz’ın Anadolu kesiminde ise; Anadoluhisarı, Küçüksu Er Meydanı , Beykoz Ortaçeşme sahaları mevcut sahalara eklenmişti (*18) .

Kuruluşu 1908 yılında resmen tescil olunan Fenerbahçe Spor Kulübü, sarı beyaz olan renklerini 1909 sonbaharında sarı laciverte çevirmiş (*19) , 1909 -1910 sezonuyla birlikte de İstanbul Futbol Ligine Galatasaray’dan sonra katılan ikinci Türk takımı olmuştu. İşte, dünyanın en hırslı ilk 5 derbisinden biri olan Fenerbahçe – Galatasaray kulüpleri arasındaki ezeli rekabet, ilk defa 17 Ocak 1909 tarihinde Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi ) öğrencilerinin takımı ile, yeni kurulmuş bir semt takımı maçı şeklinde başlamış (*20), ve bu tarihten itibaren de o dönemlerdeki İstanbul futbolundaki şampiyonluklar genelde bu iki Türk takımı arasında paylaşılarak, Türk futbolunun artık bir varlık olarak ortaya çıkması sonucunu doğurmuştu.



Kuşdili Spor Kulübü’nün Bünyeye Katılması ;
Fenerbahçe, “İstanbul Şampiyonluğu Ligi”ne ilk kez katıldığı 1909 – 1910 sezonunda beşinci oluyordu. 1910 yılı liginin başlamasına kısa bir süre kala da kulüpten ayrılmalar ve mali zorluklar nedeniyle, Üsküdar Kulübü ile birleşmesi gündeme gelmişti. 1910 senesi Eylülünde, Koço’nun Mühürdar Gazinosu’nda yapılan müşterek toplantı sonucunda, gerçekleştirilmesi istenen Üsküdar - Fenerbahçe Kulübü teklifi, üyeler tarafından kabul görmedi. Buna karşılık, Kuşdili Kulübü Başkanı iken Fenerbahçe’ye katılan Elkatip Zade Mustafa Bey, Kuşdili Kulübü’nü Fenerbahçe’ye katmayı başardı ve bu başarısıyla da Fenerbahçe’yi çok zor günlerinde güçlendiren, geleceğini aydınlatarak güven altına alan ve takımı yücelten kişi olarak kulüp tarihine geçti.


İlk Namağlup Şampiyonluk ;
Kadrosunu yeni gençlerle geliştiren ve güçlendiren bu Fenerbahçe 1911- 1912 liginde hiç yenilmeden şampiyon oluyordu. Bu şampiyonluğun en önemli yönü ise, Fenerbahçe’nin bu şampiyonluğu ile İngiliz ve Rum takımlarının şampiyonluklarının tamamen sona ermesi ve bu tarihten itibaren de Türk futbolunda şampiyonlukların artık Türk takımlarının olmasıydı. Bu şampiyonluk, kulübün itibarını bir anda yükseltip imkanlarını da arttırmıştı. İlk iş olarak Altıyol’da bir kulüp lokali kiralandı, lokalin açılışı ise üye sayısının çoğalmasına sebep oldu. Bu arada futbol dışında diğer spor dallarında da faaliyet gösterilmesine başlandığından, aynı yıl Fenerbahçe Futbol Kulübü adı , Fenerbahçe Spor Kulübü’ne dönüştürüyordu (*21).

Fenerbahçe’nin ilk rozeti;
Fenerbahçe Kulübü’nün ilk amblemi, Fenerbahçe burnundaki ışık saçan beyaz feneri, renkleri ise sarı ile beyaz olmuştu. Ancak, kulüp mensupları bunu tatminkar bulmadıkları gibi, anlam bakımından da içinde bulunulan monarşi rejimini tehdit edici sayılacağı endişesi ile kısa sürede iptal etti. 1910 yılında Fenerbahçeliler arasında resim çizmede maharetiyle tanınan futbolcu solaçık Hikmet (Topuz)’in çizdiği (bugünkü) amblem ise herkesin beğenisini kazandı ve kabul edilerek bugünlere kadar da ulaştı. İşte “sarı ve lacivert” ağırlık içinde olmak üzere 5 renkten oluşan amblem ve şu anlamları taşımaktaydı(*22) ; “FENERBAHÇE SPOR KULUBÜ 1907" yazılı beyaz yuvarlak çerçeve, temizlik ve açık yüreklilik ifadesiydi. Kırmızı fon ise, safiyet ve Fenerbahçeliler arasındaki sevgi ve bağlılığı belirtirken bu arada bayrağımızı da sembolize etmekte, ortadaki sarı renk Fenerbahçe için duyulan gıpta ve kıskançlığı, kalp şeklindeki lacivert renk asaleti temsil etmekteydi. Sarı lacivert renkler içinde yükselen palamut dalı Fenerbahçelilik güç ve kudretini sembolize etmekte, yeşil renk ise yükselen bu kudret için başarının gerekli olduğunu açıklamaktaydı. Böylece “milli renkler arasında doğan Fenerbahçe”nin, sarı ile lacivert renkler beraberindeki bu amblemi üyelerce de kabul gördüğünden, klişesi İngiltere’ye Manchester şehrine yollanmış ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nün bugünkü rozeti olarak ilk kez 1910 yılında yaptırılmıştı. Rozet; 1929 yılından itibaren üzerindeki eski Türkçe harfleri yeni Türkçe harflere bırakmış ve manada önemli etki yapmayacak ufak tefek değişikliklerle de günümüze kadar aynı şekli muhafaza ederek gelmiştir.

İstanbul’da İşgal Yılları ;

İstanbul halkı 16 Mart 1920 sabahı uyandığında gözlerine inanamamıştı. Zira şehrin üzerine kapkara bulutlar çökmüş, bir gece içinde koca şehir işgal ordularınca adeta askeri bir kampa çevrilmişti. Dünyayı sarsmış, imparatorluklar yıkmış ve on milyon insanın ölümüne sebep olup o hiç bitmeyecek sanılan “Harb-i Umumi” diye anılan “1. Dünya Savaşı”, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi ile son bulmuş, mütareke ile birlikte de galip itilaf devletleri mağlup Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u işgal etmişlerdi. Zırhlı araçlar cadde başlarını tutarken, sokakları dünyanın her yanından gelmiş her renkten ve her dinden askerler sarmış, Harbiye, karakollar, kaymakamlıklar, subay mahfelleri , vesair tüm makamlar işgal ordularınca işgal edilmişti. İşgal üniformalı itilaf ordusu askerleri, sosyal yaşantı içinde her fırsatta halkı manevi baskı altında ezerken, tramvayda trende ya da vapurda bile kendileri daima birinci mevkide oturup, biletli Türk vatandaşlarını vagonların sahanlıklarında vapurların ise ikinci mevkilerinde seyahat ettirir, kendilerine ayrılmış bölümlere boş da olsa kimseyi sokmaz, yolcuların bilet kontrollerini bile kendileri, üstelik alaycı bir tavır içinde ve ağır hakaretler altında yaparlardı(*23). Evet, İstanbul artık o eski İstanbul değildi. Acı günler gelip çatmış, herkes üzgün, herkes kendi vatanında sürgün gibiydi. İşgalcilerle birlikte yaşamak zorunda olan talihsiz İstanbul halkına, o güne kadar yaşadıkları, ne gıdasızlık, ne susuzluk, ne elektrik kesintileri, ne de hiçbir şey, “İşgal İstanbul’u ”na tanıklık etmek kadar onlara acı vermemişti. İşte bütün bu olumsuz şartlar altında halkın morali için mutlak bir desteğe ihtiyacı vardı ki, işte bu ihtiyaç duyduğu güç, ona kendi öz bağrından çıkarttığı takımı tarafından “Fenerbahçe”si tarafından verilecekti.

İşgal yıllarındaki gurur; Fenerbahçe
Mütareke döneminde (1918 - 1921) işgal kuvvetlerine mensup özellikle İngiliz ve Fransız askeri takımlarıyla yapılan futbol maçları, İstanbul’daki futbol heyecanını ve futbola olan ilgiyi doruk noktasına çıkaran olgu oluyor, Türk takımları işgalci ekiplerle 5 yılda 50’sini Fenerbahçe’nin oynadığı toplam 80 maç yapıyor , işgal kuvvetleri takımlarına karşı kazanılan galibiyetler ise Türk takımlarını gönüllerde yüceltiyordu. Bu nedenle futbol İstanbul’da büyük kitleleri kendine çekerken, Türk takımlarının özellikle de Fenerbahçe’nin, başta General Harrington Kupası (29 Haziran 1923) olmak üzere işgal kuvvetleri takımları karşısında elde ettikleri tüm galibiyetler, İstanbul halkının intikam duyguları içindeki milli duygularını şahlandıran ve yaralı gönüllerine teselli veren yegane olay haline dönüşüyordu.

Mütarekenin karanlık yıllarında işgal kuvvetlerine mensup takımlarını her hafta birbiri peşi sıra futbol sahalarında yenerek milletin rencide olmuş gururunu okşayan Fenerbahçe tüm halkın sevgilisi haline geliyor, zamanla da milli mücadelenin ve milliyetçi karşı çıkışın adeta İstanbul şubesi halini alıyordu. Onlar, cephelere gönderdikleri futbolcuları misali Çanakkale’de yaptıkları müdafaanın(*24) bir örneğini de sanki Taksim’in Taşkışla sahasında gösteriyor, yaptıkları toplu hücumlarda ise sanki kısa bir süre sonra Kocatepe’den verecekleri milli taarruzdaki şahlanışımızın provasını veriyorlardı. Bu şevk ve iman içinde mütareke ve işgal İstanbul’unda Türk futbolu denince ilk akla gelen Kadıköy’ün Fenerbahçe’si oluyor, cepheden gelen her yeni zafer İstanbul’luların moralini yükseltirken, Fenerbahçe takımı da aldığı galibiyetlerle halkın başını dik tutmasını sağlıyordu. 1910’lu yıllarda en fazla iki bin kişinin izlediği Fenerbahçe, 1919 -1920 yıllarında 6-7 bin kişinin hınca hınç doldurduğu tribünlere oynuyor, bir zamanların ürkek mahcup yapılan tezahüratları, artık açık açık, yüksek sesle hep bir ağızdan dile getiriliyordu; “Ya ya ya ,şa şa şa, Fenerbahçe çok yaşa, Türkiye Türkiye çok yaşa...”.

Artık iş futbol oyunu halinden çıkmış, vatanın asıl sahipleri ile işgalcilerin hesaplaşması şekline dönüşmüştü. Fenerbahçe takımı artık “Kuvai Milliye” ruhunun halk içindeki sembolü olmuştu. Bunun birinci sebebi işgal takımları ile oynadıkları toplam 50 maçtan ikisi hariç hiç yenilmeyip 41 maçta galip gelmeleriydi ki Altınordu ve Galatasaray takımları ne yazık ki bu başarıyı gösterememişlerdi. İkinci sebebi ise, “Anadolu Harekatı”nın başında olan Mustafa Kemal’in “Fenerbahçeli” olarak bilinmesiydi.(*25)



Atatürk ve “Fenerbahçe”si;
Fenerbahçe’nin müttefiklerle mücadelesi sadece yeşil sahalarla da sınırlı kalmayacak, Cihan Harbi’nde vatana feda ettikleri diğer sporcuları gibi, futbolcularının büyük bir bölümünü yine işgal yıllarında İstanbul’dan Anadolu’ya silah aktarılmasında etkin bir rol oynatarak vatanının ihtiyaç duyduğu konuda hayatlarını budaktan esirgemeyeceklerdi. “ İttihad ve Terakki’nin bir kolu olduğu ” ithamı ile işgal kuvvetlerinin devamlı olarak bastırması sonucunda kulübün kapatılma çalışılmaları ortamına rağmen, yurdun düşmandan kurtulması yolunda üstlendiği tarihi misyonu en ulvi bir biçimde yerine getirerek, bir başka idealde de yarınlara örnek olacak olan Fenerbahçe Spor Kulübü, aydınların, işgal yıllarının acılı şehit ailelerinin, hulasa Türk ulusunun şeref ve cesaret duygularının yurda adeta armağanı oluyordu. İşte bu nedenledir ki ulu önderimiz Mustafa Kemal Paşa, 1918 yılında ilk spor kulübü olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nü ziyaret ediyor ve de kulüp şeref defterinin nezdinde de, tarihin altın sayfalarına da şu mısraları geçiyordu; “ Fenerbahçe Kulübünün her tarafta mazhar-ı takdir olmuş (takdirle şereflendirilmiş) bulunan asar-ı mesaisini(yaptığı üstün çalışmaları) işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbab-ı himmetini (üstün hizmet veren kişileri) tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası (yerine getirilişi) ancak bugün müyesser (mümkün) olabilmiştir. Takdirat (takdirlerimi) ve tebrikatımı (tebriklerimi) buraya kayt ile (kaydetmekten dolayı) mübahiyim ( mutluyum).


3. 5 . 1334 (1918). Ordu Kumandanı
(Yıldırım Orduları Gurup Kumandanı) : MK (İmza) ”

Kulüp binası yangını ve yurdun Fenerbahçe sevgisi;
Türkiye’de ilk defa çeşitli spor şubeleri açan kulüp olma ünvanına sahip olan Fenerbahçe, 1913 yılında tanzim olunan ikinci nizamname ile atletizm, kürek, yüzme, atlama, yelken, patinaj, tenis, çayır hokeyi, boks, kriket gibi spor dallarıyla da meşgul oluyor, yıllar içinde de futboldan başka, masa tenisi, eskrim, jimnastik, avcılık, su kayağı, atlama, bilardo, salon futbolu, otomobil, atıcılık, sutopu, bisiklet,halter, güreş, basketbol,izcilik,patenli hokey, voleybol, vs, gibi toplam 25 spor şubesi içeren 35 spor dalında sayısız başarılara imza atıyordu.

Büyük milletinin muazzam sevgisiyle nurlanan ve kucaklanan Fenerbahçe, muhtelif branşlarda devamlı hamlelerle bu artan sevgiye hak kazanırken, kuruluşunun 25. yılında 5/6 Haziran 1932 gecesi vukuu bulan hain bir yangın, koca bir varlığın kupalarından üye kayıt ve maç defterlerini de içeren belgelerine kadar gelmiş geçmiş bütün maddi eser ve izlerini siliyordu. Fenerbahçe’nin uğradığı felaket bütün yurtta bomba etkisi yapıyor, Fenerbahçe Kulübü İdare Heyeti’nin, üzerinde henüz dumanları tüten kulübün enkazı karşısında, gazete ve radyolara aynen aşağıdaki sözler ile verdiği tebligat ise yürekleri dağlıyordu (*26) ;
“ Sevgili yuvamız, 25 senelik spor hayatımızda elde ettiğimiz şeref ve galibiyet, hatıraları ile birlikte yanmıştır. Bugün, maddi spor vesaitimizden de tamamen mahrum kalmış bulunuyoruz. Yek değerlerimize karşı sarsılmaz itimat, muhabbet (sevgi) ve tesanüt (dayanışma) havası içinde, yıllarca süren müşterek emeklerimizin muhassalasının (elde edilmiş sonucunun) enkazı karşısında derin bir teessür (üzüntü) duymamak kabil değildir. Mahvolan manevi kıymetlerin maattessüf (ne yazık ki) tamiri imkansızdır. Şu kadar ki, 25 senedir kazandığımız muvaffakiyetlerin hatıralarını kalbimizde daha büyük bir vecd (heyecan) içinde yaşatmak, bu hatıraları Fenerbahçe gençliğine kitap halinde hediye etmek gene mümkündür. Hatta ilk vazifelerimizden biridir. Kupalarımız, bayraklarımız yanmıştır. Fakat yüreğimizdeki hatıralar canlılığını kaybetmeyecektir. Başta Ulu Gazimiz olmak üzere; kulübümüzün mesaisini takdir eden kıymetli yazıları taşıyan hatıra defterimiz kül olmuştur(**). Fakat bizim emeklerimizi takdir etmiş olan büyük şeflerimiz, memleketini seven memleketin idealine candan bağlı, çalışkan, tesanüt (dayanışma) ve muhabbet(sevgi) çerçevesi içinde Türk gençliğini gene himaye edeceklerdir. Hayatın mütemadi bir mücadele olduğunu, mücadelesiz, ızdırapsız, elemsiz, hayatta gerek ferd ve gerek millet itibariyle muvaffak olmak imkanı olmayacağını Türk gençliğine hatırlatan Büyük Gazinin nasihatleri bu elemli günlerimizde, bizim için en büyük teselli ve kuvvet membaı olacaktır. Fenerbahçelileri, kulübümüzün maruz kaldığı felaket nispetinde büyük olan vazifeye davet ediyoruz. “

Felaketin hemen ertesi günü Türkiye’nin o zamanki en büyük gazetesi “Cumhuriyet” ve ardından da “Milliyet” gazetelerinin “Fenerbahçe’ye Yardım” ismi altında başlattıkları kampanyalara teberruda bulunmak üzere bütün memleket adeta yarışa giriyor, yeni kulüp binası inşası ve beraberinde de kulüp sahasının satın alınmasına katkı amacıyla yapılan ilk bağışı ise, 19 Haziran 1932 tarihinde İş Bankası eliyle 500 TL. göndermek suretiyle yine Atatürk yapıyordu(*27). Aynı amaçla tertiplenen 14 Temmuz 1933 keşideli Fenerbahçe Eşya Piyangosu’ndan elde edilen 17 bin TL. hasılat da, yine bu ilk tahta stadımızın yapılmasında kullanılıyordu.



(**) Bu yangında kül olduğu zannedilen ve içinde kulüp ile ilgili 1914 senesinden itibaren tutulmuş şeref kayıtlarını içeren meşhur maroken kaplı hatıra defteri ise, 7 Nisan 1944 tarihinde, onu enkaz arasında bularak alan ve saklayan meçhul bir şahıs tarafından, kulübümüz üyesi (merhum) Gazeteci Kenan Onan Bey’in Vatan Matbaası’ndaki masasının üzerine, 12 yıl sonra tekrar Fenerbahçe Kulübü’ne iade edilmek üzere bırakılıyor (*28) ve böylece Atatürk’ün “kulübümüze o meşhur ithafının” da içinde bulunduğu bu büyük hazineye, önce tarihimiz ve sonra da kulüp müzemiz yıllar sonra tekrar kavuşuyordu.



Stat mülkiyetine sahip ilk spor kulübü; Fenerbahçe
1923 senesinde Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurulmasıyla Türk sporuna yeni bir yön veriliyor, bu tarihten sonra ise Fenerbahçe’de büyük bir kalkınma görülüyordu. O, teknik üstünlüğü sayesinde Orta Avrupa futbolunun Türkiye’deki temsilcisi haline geliyor, yıllar yılı hep milli takımın belkemiği olarak da Türkiye’nin en sevilen kulübü oluyordu.

İlk adı “Silahtar Ağa Sahası” iken, sonraları “Papazın Çayırı”, “Union Kulüp Sahası”, ”İttihat Spor Sahası” ve nihayet 25 Ekim 1929 tarihinde de(*29) “Fenerbahçe Stadı” ismini alan 36 dönümlük stat mahallimiz, 6 Temmuz 1932 tarihinde 500 TL’sinin Atamızın verdiği 9000 TL. karşılığında (1000 Reşat Altını) satın alınıyor ve böylece yurtta stat mülkiyetine sahip ilk kulüp olmak şerefi de yine Fenerbahçe Spor Kulübü’ne ait oluyordu. Hem de öyle ki; Türk gençliğinin üzerinde spor yaptığı ilk stadı olmasının yanı sıra, Büyük Kurtarıcımızın bizzat kendileri tarafından büstleri ile şereflenmesine müsaade ettikleri yegane stat da olarak.

Son
Fenerbahçe Spor Kulübü’müz, bugün yalnız İstanbul’un değil, tüm yurtta milyonlarca taraftarı bulunan ve yüz yıla yakın bir süredir hemen tüm spor dallarında Türk sporuna öncülük ettiği için büyük sıfatını yerden göğe kadar kazanmış bir kulübümüzdür. O, zaman zaman şampiyonlukları elden kaçırsa da, zaman zaman mazisini aratır bir görüntüde kalsa da, yıllarca tarihe tırnaklarıyla kazıdığı büyüklüğünden hiç bir şey yitirmeyecektir.

Evet, taa en başta, 1900’lerdeki kuruluş yıllarını anlatırken söze nasıl mı başlamıştık? ; “... Ve de Kadıköy, o dönemlerde en güzel semti olan Fenerbahçe’sinin bağrından çıkaracağı takımını, önce yakınlara, sonra da yarınlara armağan edeceği günleri bekliyordu gayri...”

Gayri, şimdi de sözün sonundayız; “ Ve de İstanbul, deniz üzerindeki siluetini uzaklardan perde perde koya yaklaştırırken, Fenerbahçe Burnu’nda yankılanan bir beyaz ince uzun fener, yıllar boyu Türk sporuna sembol olmanın gurur yorgunluğu içinde, Adalar’a, Marmara’ya, daha uzaklara, daha da öte uzak yıllara doğru, aynı inançla, aynı coşkuyla ışığını hep saçacaktır ”.

Yüz yıldan beri önce onun hakkında söylendi, önce onun hakkında yazıldı, önce ona sevdalanıldı. Daha da nice yüzlerce yıl söyleneceği, yazılacağı, sevdalanılacağı gibi....

 

FENERBAHÇEMİZ NASIL KURULDU

1897’lerde Dereağzı Moda bölümünde ilk futbol takımı hareketlenmeleri. "Siyah Çoraplılar" adını verdikleri futbol takımı... 1907 yılı ilkbaharında, Kadıköylü gençlerden Nurizâde Ziya (Songülen), Bahriyeli Necip (Okaner), Hasan Sami (Kocamemi) ve arkadaşları arasında "Hintli" lakabıyla anılan Asaf (Beşpınar) beyler, ne zamandan beri içlerini kor gibi yakmakta olan bir konuda kesin kararlarını veriyorlar. Ne pahasına olursa olsun, bir futbol kulübü kuracaklar....
YAŞŞAA FENERBAHÇE

Türk halkı 1923 yılı Ekim ayının 29. günü, kabına sığmayan coşku gösterileriyle, kabına sığmayan bir zaferi kutluyor, inanılmazı gerçek yapan savaşımının onurlu başarısını yaşıyordu. Türk halkı o gün, dört yıllık Kurtuluş Savaşı’nın noktaladığı zaferini kutluyordu. Bu gün, Cumhuriyet’in kurulduğu mutlu gündü. Türk halkı o mutlu gününde, uygar bir yönetim biçiminin başlattığı, uygar bir yaşam dönemine ilk adımını atıyordu. Bu unutulmaz gününden tam 4 ay önce Türk halkı, bu kez Haziran ayının 29’unda, yine kabına sığmayan sevinç ve coşku gösterileriyle, yine kabına sığmayan bir gurur yaşıyor, bir gün daha "unutulmaz" sıfatıyla tarihe kazınıyordu. Çünkü halk, bugün de bir düşmanına karşı kazandığı zaferini kutluyordu. Cumhuriyet’in ilanından tam dört ay önce o gün, 1923 yılı Haziran ayının 29. günü, Fenerbahçe Futbol Takımı, İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri futbol takımıyla yaptığı maçı 2-1 kazanıyor, İşgal Kuvvetleri’nin mağrur komutanı General Harrington’un elinden komutanın kendi adına koyduğu kupayı alıyordu

YAŞŞAA FENERBAHÇE

Necip Bey’in Moda’daki evinde yaptıkları toplantıda kurmayı kararlaştırdıkları kulüplerine Fenerbahçe adını vermişler, forma rengi olarak da, o güzel bahar günlerinde Fenerbahçe çayırını süsleyen papatyaların rengi, Sarı-Beyaz’ı seçmişlerdi. Amblemleri ise Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri olacaktı. Bu yeni kulübün kuruluş hazırlıkları hızla akıp giden zamana yetişemediğinden Fenerbahçe takımı 1907-1908 İstanbul Futbol Ligi’ne katılamamış; 1908-1909 sezonunda ise forma renklerini Sarı-Lacivert’e çevirmişlerdi. Fenerbahçe kulübü kuruluş yıllarında çok sıkıntılı dönemler yaşamış ve kulübe yeni katılan ve çoğu Saint Joseph Fransız Mektebi öğrencileri olan gençlerin büyük çabalarıyla hayatını sürdürebilmişti. Bu konuda Ayetullah ve Elkâtipzâde Mustafa beylerin unutulmaz hizmetleri olmuştu. Fenerbahçe Kulübü bu sarsıntıları atlattıktan sonra hızla güçlenmiş ve 1911-1912 sezonunda İstanbul Futbol Ligi şampiyonluğunu kazanma başarısına ulaşmıştı. Bundan sonra da Türk futbolunda Fenerbahçe ile Galatasaray’ın mutlak üstünlükleri başlamıştı. Fenerbahçe yalnız yurt içinde kazandığı şampiyonluklar ve elde ettiği başarılarla değil, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında yabancı takımlarla yaptığı maçlardaki başarılarıyla da kendini göstermiş ve Türkiye’nin en çok sevilen kulüplerinin başında yer almıştır. Fenerbahçe’nin bu büyük sevgiyi kazanmasında en önemli sebeplerden biri de, Mütareke yıllarında İşgâl kuvvetlerine mensup askeri takımlarla yaptığı maçlarda kazandığı parlak galibiyetlerin de önemli rolü olmuştur. Bu galibiyetler, işgâl altındaki İstanbul halkının kırılmış gururunu okşayan, hatta güçlendiren etkenler olmuş ve Fenerbahçe sevgisi bir çığ gibi büyümüştür. Fenerbahçe bugün Türkiye’de en çok taraftara sahip bulunan kulüp olarak tanınmaktadır. Yapılan resmi ve özel istatistikler bunu göstermektedir. Son olarak 1989 yılı sonunda Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan kamuoyu araştırmasında Türkiye’de her 27 kişiden 1’inin Fenerbahçeli olduğu belirlendi.

29 Haziran 1923 tarihi, Fenerbahçe’nin bir "düşman" futbol takımını yendiği günün tarihi olmasının ötesinde, işgal ettikleri ülkenin halkını küçümsemeyi deneyen bir işgalci komutana ve onun askerlerine unutulmaz bir dersin verildiği günün de tarihidir. Bu tarih ayrıca, ülkenin dört bir yanında milliyetçilik gururuyla spor zevkini bütünleştirmiş Binanın 8-10 metre ötesinde, motorların yanaştıkları bir iskele vardı. Kulüp binasının kayıkhanesi ise, silah ve cephane deposu olarak kullanılıyordu. Geceleri iskeleye gizlice yanaşan motorlara bu depodan yüklenen silah ve cephaneler, Anadolu’ya kaçırılıyordu. Büyük bir gizlilik içinde yapılmasına karşın bu "zararlı faaliyet" bir üre sonra İşgal Kuvvetleri Komutanlığı tarafından duyuldu. Aynı gün Fenerbahçe Kulübü’ne "zararlı faaliyet’in düşman tarafından duyulduğu haberi geldi. O gün idman yapmaya gelen oyuncuların bir görevi de, antrenman alanından kaybolup, kayıkhanedeki silah ve cephaneyi gizlice evlerine götürmek ve orada saklamaktı.
sporseverlerin, Fenerbahçe Kulübü’nün sevgi çatısı altında toplanmaya başlamalarının da ilk günüdür. Bu mutlu günü izleyen günlerde ve aylarda doğan çocuklara, Fenerbahçeli futbolcuların adlarının verilmesi "yarışı" da, işte bu mutlu günün ülke çapında yarattığı, o kabına sığmayan sevinçle başlamaktadır. İlk bakışta bir maçın kazanıldığı gün olmasının ötesinde hiçbir anlamı yok sanılan 29 Haziran 1923 günü kazanılan zafer gerçekte, kısa bir süre sonra alacakları son derslerinden önce, İngiliz İşgal Kuvvetleri’ne verilen ilk dersti de galiba. Dünyanın gözbebeği İstanbul, dünyanın gözü önünde işgal edilmişti ve şimdi de, üzerindeki tüm gözlerin altında, dünyanın gözaltında idi. İngiliz askerlerinin halk üzerinde uygulamaya çalıştıkları baskının bir benzerini komutanları Harrington, kendi askerleri üzerinde uyguluyordu. General Harrington, İstanbul’da hemen her şeyi denetimleri altında tutmaları konusunda askerlerine sert emirler veriyor, verdiği tüm emirlerin eksiksiz yerine getirilmesini bekliyordu. Fakat General Harrington, askerlerine bir konuda söz geçiremiyordu. Ne denli sert emir verirse versin, askerlerinin Fenerbahçe’yi yenebilmelerini bir türlü sağlayamıyordu. İşgal Kuvvetleri’ne ait çeşitli birliklerin futbol takımları Fenerbahçe’yle sık sık karşılaşmak istiyor, fakat yaptıkları tüm maçları da kaybediyorlardı. Bu özel maçlar gerçi fazla önemli değillerdi ama, Fenerbahçe’nin her maçta İngilizler’i yenmesi, yine de General Harrington’u çileden çıkarmaya yetiyordu. Türklere bu konuda kesin bir ders verilmeliydi. İstanbul’u askeri gücü altında tutan İngilizler, askeri alandaki üstünlüklerinin yanı sıra, futbolda da güçlü olduklarını kesinlikle göstermeliydiler. Yenmeleri gereken takım da Fenerbahçe’den başkası olmamalıydı. Ayrıca, önemli bir neden daha vardı: İşgal Kuvvetleri birliklerinden birinin takımını yendiğinde, Fenerbahçe’nin çevresinde Türkler bir anda bütünleşiyorlar ve ulusal bir sevinç yaşıyorlardı. Bu da İşgal Kuvvetleri Komutanlığı tarafından hiç de hoş karşılanmıyordu. General Harrington’un Fenerbahçe’ye karşı duyduğu öfkenin kaynağı, emrindeki birliklerin tüm takımlarını yenen Fenerbahçe’nin, her maçtan sonra Türkler’in ulusal duygularını şahlandırmasının da ötesindeydi. Aslında General Harrington’daki Fenerbahçe öfkesinin gerçek nedeni, "Bu kulübün ’zararlı faaliyetler’ içinde bulunması" idi. Fenerbahçe’nin o günlerdeki kulüp binası, Kalamış Koyu’na akan Kurbağalıdere’nin kenarındaydı.
Gece olmadan görev tamamlanmış, "depo"daki tüm silah ve cephaneler kulüp yöneticilerinin, üyelerinin ve sporcularının evlerine kaçırılmış ve buralarda korumaya alınmışlardı. Havanın iyice kararmasının ardından Fenerbahçe Kulübü’ne, albay düzeyindeki komutanların yönettiği bir "baskın operasyonu" yapıldı. Bu olay, Fenerbahçeliler için bir sürpriz olmadı. Fakat olayın sonu, İngilizler için büyük sürprizdi. Çünkü ne kayıkhanede, ne binanın öteki bölümlerinde tek silah ve cephane bulunamadı. Baskından sonra İngilizler, olay yerinden tümüyle çekilmediler. Kulüp binasının çevresine, süngüleri takılmış silahlarıyla nöbetçi bir birlik yerleştirdiler. İşgal altındaki İstanbul’un orta yerinde şimdi, Fenerbahçe Kulübü de işgal altına alınmıştı. Kendilerine gelen ihbarın boş çıkması bir yana daha da önemlisi, Fenerbahçe Kulübü’nün cezalandırılamaması, komutan Harrington’u küplere bindirmişti. Bu Fenerbahçe’ye, kesinlikle unutamayacağı bir ders verilmeliydi. Türklerin ulusal duygularının odağı durumuna gelen Fenerbahçe’nin, halkın gözündeki ve gönlündeki yerinden kesinlikle indirilmesi gerekiyordu. Bunu gerçekleştirmek için en etkin ve en kısa yol ise, futboldu. Harrington, emrindeki tüm subaylarla bir toplantı yaptı ve onlara, "Fenerbahçe’nin prestijinin yok edilerek, bu kulübün halkın gözünden düşürülmesi" emrini verdi. Toplantıda oluşan ortak görüş, "bu infaz"ın ancak futbol sahasında yapılabileceğiydi. İşgal Kuvvetleri’nin tüm birlikleri taranarak, en yetenekli futbolcular seçilecek ve kurulacak takıma, o sıralarda Malta, Cebelitarık ve Mısır’da oynayan ünlü dört İngiliz futbolcu da çağrılacaktı. İngilizler bir futbol maçından çok sanki bir savaşa hazırlanıyorlardı. Komutan Harrington da, maçın galibine vermek üzere kendi adını koyduğu, bir metre yüksekliğinde ve tümüyle gümüşten dev bir kupa yaptırdı. İngilizler’in cephesinde tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Şimdi sıra, Fenerbahçe’ye meydan okumaya gelmişti. Fakat Harrington, pek acele etmedi. Bu konuda ilk kez, hazırlıkların üstünden tam bir buçuk ay geçtikten sonra bir girişimde bulundu.

Haziran ayı başlarında, Beyoğlu’nun günlük yabancı gazetelerinde, aynı noktadan kaynaklanan bir haber yayınlandı. Bir davet maskesiyle örtülen fakat gerçekte açık bir meydan okumadan başka bir şey olmayan haber şöyleydi: "Batılılar karması Türk kulüplerine meydan okuyor. Galibine başkumandanın ismini taşıyan büyük bir kupa verilecektir. Bu maça Türk kulüpleri istedikleri gibi takviye alabilirler..." Haber, Türkler arasında önce nefret uyandırdı. Bu nefret daha sonra öfkeye, bundan sonra da kafa tutmaya dönüştü. Fenerbahçe Kulübü’nün yönetim kurulunu oluşturan Nasuhi Baydar, Galip Kulaksızoğlu ve Tevfik Taşçı "bu meydan okumanın altında kalmamak" ve "Türkler arasındaki bu ağır havayı ortadan kaldırmak" için kararlarını verdiler: "Goldstream Guards" adı verilen İşgal Kuvvetleri takımı ile maç yapmaya hazırız." Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu’nun kararı üç gün sonra gazetelerde çeşitli dillerde yayınlandı: "Batılılar karmasının çağrısını Fenerbahçe Kulübü, yalnız kendi kadrosu ile oynamak üzere ve koşulsuz olarak kabul etti." Fenerbahçe’nin üç kişilik yönetim kurulu, gazetelerde yer alan ilanlar ve haberlerle yetinmedi.İngilizce olarak kaleme alınan bir mektubu İşgal Kuvvetleri Komutanı’na gönderdi. Bu mektup şöyleydi: "İstanbul ve Havalisi Müttefik İşgal Kuvvetleri Spor Amirliği Cânib-i Âli’lerine, Harbiye, İstanbul. Fenerbahçe Spor Kulübü, bütün klüplere açık çağrınızı öğrenmiş bulunmaktadır. Kulübümüz, arzu buyurulan futbol maçını, yine arzu buyurulacak sahada yalnız kendi kadrosu ile oynamaya hazır olduğunu ve cevabınızı beklediğini cânib-i âlilerine bildirmekten onur duyarlar." Artık ok yaydan çıkmıştı. Fenerbahçe Spor Kulübü, İşgal Kuvvetleri’nin bu meydan okumasına tek başına karşı koyacaktı. Bu, ancak o günleri yaşayanların tam anlamıyla anlayabilecekleri bir sorumluluk duygusuyla gerçekleştirilen bir hareketti. Bunun yanı sıra belki de bir anlamda, bir "cephe görevi"ydi. Gerçi, kulüp binasının bir bölümünü cephane deposu yaparak, buradan Anadolu’ya gizlice silah gönderen yöneticilerin, üyelerin ve futbolcuların kulübü Fenerbahçe, bu ulusal görevi ile, zaten cephenin tam ortasında idi. Silahlar, karşılıklı olarak çekilmişti. Fenerbahçe, İngilizler’le "savaşa girmeyi" kabul etmişti. Bu yolun dönüşü yoktu. Anadolu’ya silah gönderdiği bilinen, fakat delil olmadığı için, bu suçu "kanıtlanamayan" Fenerbahçe’ye hakettiği dersi sahada vererek onu, halkının gözünden düşürmeyi amaçlayan İngiliz İşgal Kuvvetleri’yle... yıllardır çektiği yönetici buhranı sonucu işgal edilmiş bir ülkenin, öyle bir duruma asla layık olmayan ulusunun, onurunu kurtarmayı görev edinen Fenerbahçe Kulübü arasında savaş başlıyordu. Cebelitarık, Malta ve Mısır’daki ünlü İngiliz futbolcular İstanbul’a gelmişler ve "Goldstream Guards" adlı İşgal Kuvvetleri takımında, birer "doping" malzemesi olarak yerlerini almışlardı. Maçın oynanacağı tarih de açıklanmıştı: 29 Haziran 1923. Bir adı da "Topçu Kışlası Meydanı" olan Taksim’de, bugünkü Taksim Gezi Parkı’nın bulunduğu yerdeki Taksim Stadı, o sabahın erken saatlerinde dolmaya başlamıştı. Fesli, şapkalı ve üniformalı binlerce seyirci akın akın stada geliyordu. Stadın demir parmaklıklı kapısından birbirlerinin üzerlerinden atlayarak ya da birbirlerini ezmekte olduklarına aldırmayarak geçmeye çalışan seyirciler arasında, ekose eteklikli İskoçlar’dan, geniş türbanlı Hindular’a, sarışın delikanlılardan, belleri keskin satırlı, kuzgun Güney Afrikalılar’a ve Avusturalya yerlilerine değin tüm "İngilizler" vardı. Sahanın kenarına dizilmiş yüzlerce iskemlede ise başta Komutan Harrington olmak üzere, İşgal Kuvvetleri’nin tüm general ve amiralleriyle, rengarenk üniformalar içinde çeşitli rütbedeki subaylar, eşleri ve çocukları oturuyorlardı. General Harrington tarafından bu maçı izlemesi için özel olarak davet edilen ve "Ironduck" adlı İngiliz zırhlısıyla özel olarak gelen Malta Valisi Lord Pulmmer ise, sözde evsahibi General Harrington’un yanında yerini almıştı. Sahaya giremeyenler ise, topçu kışlasının damında ve pencerelerinde kaptıkları yerlerde maçın başlamasını bekliyorlardı. Goldstream Guards Takımı’nın Fenerbahçe’ye vereceği dersi görmek için sabırsızlanan İşgal Kuvvetleri erleri ise, maç öncesi şımarıklıklarına karnaval adı vermişler, çılgınlıklarını eğlence sanmaya başlamışlardı. İşgal altındaki İstanbul’un hüzünlü halkı, dört kolla kucaklayabilmek için bir galibiyetin umuduyla sessiz sedasız duruyordu. Maç saati geldiğinde üç ünlü futbolcuyla güçlendirilmiş Goldstream Guards takımı kulakları sağır eden bir coşku altında sahaya çıktı. Taksim Stadı sanki yerinde duramıyor, olduğu yerde sallanıyordu. Fenerbahçe sahaya çıktığında ise İstanbul’un hüznü, İstanbullular’ın alkışlarında bile görülüyordu. Cılız, çekingen ve kısık sesli alkışlardı bunlar. Fenerbahçe o gün Türk ulusunu temsil etmekten başka bir de Türk futbolunun özel bir başarısını taşıyordu.


Fenerbahçe o yıl, hiç yenilmeden, hatta hiç gol yemeden ve tam 53 gol atarak, İstanbul şampiyonu olmuştu. Sahada yer alan takım bu başarıyı sağlayan oyunculardan oluşuyordu. Şampiyon Fenerbahçe’nin kadrosu şöyleydi: Şekip Kulaksızoğlu - Hasan Kamil Sporel, Cafer Çağatay - Kadri Tulga, İsmet Uluğ, Gahir Yeniçay - Sabih Arca, Alaeddin Baydar, Zeki Rıza Sporel, Beleş Ömer Tanyeli ve Bedri Gürsoy. Maç başladığında İşgal Kuvvetleri oyuncularının sert oynamaları dikkat çekti. Dikkat çeken başka bir nokta ise hakemin bu sertliklere göz yumması idi. Türk seyirciler maçı sessizce izliyorlar, Fenerbahçeli futbolcular ise, üzerlerindeki gerginliklerini bir türlü atamıyorlardı. İlk önemli tehlike, Feenrbahçe kalesinde yaşandı. İngilizler’in bir şutu direkten döndü. Tehlikeden birkaç dakika sonra, İngilizler’in bekledikleri, Türkler’in ise korktukları an geldi. Malta’dan getirtilen ünlü futbolcu, Chelsea takımının soliç oyuncusu, maçın ilk golünü attı. Onun on beş metreden çektiği sert şut, kaleci Şekip Kulaksızoğlu’nun topa karşı koymasına olanak bırakmamıştı. Bu golden sonra İngiliz seyirciler, Taksim Stadı’nı bayram yerine çevirdiler. Sevinç gösterileri durmuyor, giderek daha da artıyordu. Yedikleri golden sonra Fenerbahçe takımında moral bozukluğu görülmedi; tersine, bu gol tüm oyuncularda kamçı etkisi yaptı. Üstelik, İngiliz seyirciler saha dışında çoştukça, Fenerbahçe takımı da saha içinde coştu. Fakat ilk yarı sona erene dek bu coşkunun meyvesi alınamadı. Bu yarı, Fenerbahçe’nin 1-0 aleyhinde bitmişti. İkinci yarı başladığında, sahada sanki bambaşka bir Fenerbahçe vardı. Oyuncuların ilk yarıda üzerlerinden atamadıkları gerginlikleri bu yarıda yok olmuş, sahaya gerginlikten uzak, rahat bir oyun oynayan Fenerbahçe gelmişti. Bu rahatlık 15 dakika sonra ilk meyvesini verdi. Zeki Rıza Sporel, iki İngiliz futbolcusunun arasından ustalıkla sıyrıldı ve "bomba" sözcüğü ile nitelendirilebilecek sertlikte bir şutla topu, İngilizler’in kalesine gönderdi. Sahada tüm Fenerbahçeli oyuncular sevinç içinde birbirlerine sarılırlarken, saha dışında o dakikaya değin seslerini çıkaramayan Türkler ise, sevinç haykırışlarıyla yerlerinden fırlamışlar, gözyaşları içinde birbirlerini kucaklayarak öpüyorlar, coşkularını paylaşıyorlardı. Şimdi sesleri duyulmayan kesim, İngiliz seyircilerdi. Sayı bakımından İngilizler’den çok az olmalarına karşın Türk seyircilerin sevgi gösterileri ve coşkusu, stadın dışına taşıyor, tüm Taksim Alanı’na yayılıyordu:


"Gooool...."

İşte bu coşku ve sevinç sürerken 74’üncü dakikada, santrhaf İsmet Uluğ topu büyük bir ustalıkla Zeki Rıza Sporel’e uzattı. Sporel, cetvelle çizilmişcesine ayağına kadar uzatılan bu pası değerlendirmekte gecikmedi ve yine iki İngliiz futbolcunun kendisini sıkıştırmasına ve engellemeye çalışmasına karşın, yine "bomba" gibi bir şutla topu ikinci kez İngilizler’in kalesine gönderdi. Fenerbahçe, güçlendirilmiş İngiliz İşgal Kuvvetleri karşısında şimdi, 2-1 öne geçmişti. Sahada İngiliz futbolcuları, saha dışında ise İngiliz seyirciler donmuş, kalmışlardı. Onlardan "boşalan" yerleri Türkle dolduruyordu. Sahada oyunu Fenerbahçe oynuyor saha dışında, seyirciler arasından ise sadece Türkler’in sesleri duyuluyordu. Maç bu sonuçla bittiğinde, sahayı çevreleyen tel örgüler yıkılmış daha sonra da stat dışındaki seyirciler sahayı doldurarak, Fenerbahçeli futbolcularla bütünleşmişlerdi. Türkler, Fenerbahçeli futbolcuları kucaklıyorlar, öpüyorlar, omuzlara kaldırıyorlar; sevinçlerini, coşkularını, hatta gururlarını onlarla paylaşıyorlardı. Maç bitmişti ama maçın sonuna konulması gereken bir nokta kalmıştı. Maçın galibine General Harrington Kupası verilecekti. Türkler ve İngilizler arasındaki "çekişme", bu kupanın sahibine teslim edilmesinden sonra noktalanmış olacaktı. Beklenen bu anda geldi. İşgal Kuvvetleri Komutanı Harrington, kendi adını verdiği gümüş işlemeli bir metre yüksekliğindeki kupayı, kendi takımını yenen Fenerbahçe’ye, kendi elleriyle verdi. Fenerbahçeli futbolcular, kupayı verirken İngiliz komutanın ellerinin titrediğine dikkat ettiklerini söylüyorlardı. Adına "maç" denilen İngiliz çekişmesi statta bitmişti ama, giderek büyüyen bir halk topluluğu tarafından, giderek artan bir sevinç ve coşkuyla, stat dışında sürdürülüyordu. Sevinçli ve coşkulu Türkler, sahada omuzlarına aldıkları Fenerbahçeli oyuncuları yere hiç indirmiyorlar, stattan omuzlarında çıkardıkları bu "ulusal kahramanları"nı, Taksim Alanı’ndan başlayarak İstanbul caddelerinde bir bayrak gibi taşıyorlardı. Türk halkı bu mutlu 29 Haziran 1923 tarihinden tam dört ay sonra, yine aynı gün, ayın 29’unda başka büyük ve görkemli bir zaferin mutluluğunu daha yaşayacaktı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyeti’ne kavuşacak olan Türk halkı, bu en mutlu gününün provasını dört ay öncesinden şimdi yapıyordu sanki.
-2002 • 2002-20032003-20042004-20052005-20062006-20072007-2008

 
 
  Bugün 5193 ziyaretçi (12154 klik) kisi burdaydı! şablon siteniz
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol